Ucuz politika ülkeyi zora soktu
Türkiye'nin bölünmez bütünlüğü ve bekası söz konusu olduğu için terörle mücadelede her imkânı iyi değerlendirmemiz gerekir. Bunun için üç konuda karar vermek zorundayız.
1) Başta Sayın Cumhurbaşkanı ve Hükümetin, terörle mücadeleyi siyasi tartışma aracı olmaktan çıkarması gerekir.
Söz gelimi Cumhurbaşkanı, ''Sırtını terör örgütüne dayayan siyasi partilerin, muhalefet partilerinin hiç mi sorumluluğu yok?'' diyor.
Toplum bugünkü terör ortamında, karşılıklı siyasi suçlamalar değil çözüm istiyor.
Bugüne kadar Başbakan terör konusunda toplumu rahatlatacak bir açıklama yapmadı. Asar, keseriz demesi, şehit çocuğunu maça götürmesi ve ağlaması, herkesin ağladığı bir dönemde ''ucuz politika'' olarak algılanıyor.
Bugünkü zaman ve zeminde terör suçlusunu aramanın sırası değil. Terör suçlusu teröristtir. PKK, 11 Temmuz'da yeniden terör ilan etti. Terör eylemi yaptı. Devlet de operasyon başlattı.
Terörü önleyecek yetkili ve sorumlu ise yönetimdir. Buna rağmen Cumhurbaşkanı ve Başbakan terör yetkilisi ve sorumlusu ararlarsa, hem güneşi balçıkla sıvamış olurlar, hem de Türkiye'nin terörle mücadele enerjisini düşürmüş olurlar.
Kaldı ki bu konuda geçmişte muhalefet partilerinin tutumu ve bu tutumlarını sergileyen belgeler de mevcuttur.
Söz gelimi, 2009 yılı Ekim ayında Başbakan Erdoğan o zamanki adıyla ''Açılım Politikası'' için CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'la görüşmek istemiş, Deniz Baykal da böyle bir görüşmenin tarihe not bırakmak açısından bir televizyon ekibi tarafından kayda alınmasını önermiştir.
Ayrıca açılımın içeriği ve ilkelerinin belli olmadığını, bir politika değil bir propaganda gibi göründüğünün altını çizerek, 12 Ekim 2009'da ''Tarihi Mektup''u yazmıştır. Bu mektup bugün olacakları net olarak ortaya
koyan bir mektuptur. (Mektubun tam metnine Esfender Korkmaz web sayfasından ulaşılabilir.)
2) Terör ortamında, sağlıklı bir seçim yapılması mümkün değildir. Güneydoğu'da diğer partilerin, batıda HDP'nin seçim güvenliği yoktur. Bu nedenle, yanlıştan dönülmeli, AKP-CHP ve MHP koalisyonu kurulmalıdır. Meclis de toplanarak ileriki bir tarih için seçim kararı vermelidir.
Seçimin, HDP'nin de içinde bulunduğu mevcut geçici hükümetle ertelenmesi, tepkileri artırır, yanlışın boyutunu artırır, düzeni daha çok bozar. HDP organlarının ve milletvekillerinin toplanarak, PKK'yı ve terörü lanetlemediği ve genel başkanın da konuşmalarında ipe un serdiği için, halkın nezdinde artık HDP ile PKK arasında organik bağ olduğu şeklinde bir algı oluştu.
3) Terörün boyutu ve şiddeti, sıkıyönetim gerektirecek bir niteliğe ulaştı.
Anayasamızın 119. maddenin ikinci fıkrasına göre, ''Şiddet olaylarının yaygınlaşması ve kamu düzeninin ciddî şekilde bozulması sebepleriyle'' olağanüstü hal ilân edilebilir.
122. maddesine göre de ''Anayasanın tanıdığı hür demokrasi düzenini veya temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelen ve olağanüstü hal ilânını gerektiren hallerden daha vahim şiddet hareketlerinin yaygınlaşması veya savaş hali, savaşı gerektirecek bir durumun baş göstermesi, ayaklanma olması veya vatan veya Cumhuriyete karşı kuvvetli ve eylemli bir kalkışmanın veya ülkenin ve milletin bölünmezliğini içten veya dıştan tehlikeye düşüren şiddet hareketlerinin yaygınlaşması sebepleriyle, Hükümetin önerisi ile Meclis sıkıyönetim kararı alabilir."
Eğer bir koalisyon kurulduktan sonra, Meclis'te bir sıkıyönetim kararı verilirse, topluma daha fazla güven gelir. Toplumun kararlılığı artar ve teröristin morali bozulur. Toplumsal provokasyonlar ortadan kalkar.
Aslında sıkıyönetim toplumda bazı kesimler tarafından kasten yanlış yorumlanıyor. Gerçekte ise sıkıyönetim bir Anayasa kurumudur. Meclis kararıyla olur. Şüphesiz ki ülke yönetimi Hükümettedir.