Üç kitap, üç cemre...
Söyle diyordum eski bir şiirimde: “Dostumdan mektup geldi, üç cemre birden düştü/İçimin karı, buzu, eridi ferden düştü.”
Cemrelerin düştüğü bu günlerde, bir değerli yazardan üç kitap geldi, bu dizelerimi çağrıştırdı. Cemre düşüren bu yazarın adı: Güner Demiray. Edebiyat dünyasının yakından tanıdığı bir isim. Onlarca kitabı var. Bana gönderdiklerinin ilki bir şiir kitabı, adı: “Beni Dağlarda Ara” (Babıâli Kitaplığı yayını).
Sevda yüklü bir ipucu ile başlıyor kitap:
“Yeşil sularında karanfil bir rüya/Bir kuş vardır doruğunda/Kayada bir tohum ip çatlar/Bir kapı açılır Nisan aydınlığına/Düşünce gözlerinde çoğalırım/Sevda izi bırakırım her geçtiğim yerde/Güneşten kopan bir ses büyür dal ucunda”
Sonra kilimlere gidiyoruz, Anadolu kilimlerine. Şair Demiray, kilim dokuyanlara nazire yaparcasına, dize dize kilim dokumuş, imge vurmuş desenlerine, sevdasını işlemiş yol yol, renk renk:
“Aşk kuşları öpüşür/Kızlar vurdukça kirkitle/Yaşamın sesi motifler/Düş çiçekleri açar/Yol verir türkü türkü mor dağlar
Usta ellerin imecesinde/Bozkır tutuşmuştur renk güneşiyle/Anonim imge kilimler/Tezgâhların alnında/Hayal gibi büyür birer birer.”
Siz de gözlemlemişsinizdir, şairimizin dili; arı, akıcı, açık... Yalınlığa sözün hasını yedirmiş, imgeleri kapalı kutu değil, anlam yüklü ama anlaşılmaz değil.
Didaktikliğe ya da Doğu nasihatçılığına kaçmadan dersler de var bu kitapta. “Hayyam Doğu’nun rönesansıdır/Matematik ve gül kokar” dizelerinde olduğu gibi.
Ve “geceyi eritmek” ve “Evrenin amacını anlamak”... Bu çetin işler de bu şairin sorgulama alanları. O alanlardan dizelerle şiir kitabına veda edelim:
“Biliyorum kavganın çetin cevizinde yazıldığını/Hayat kitabının/Orada düşler yalaz yalaz büyür zifir aydınlığa/Anlarsın geceyi nasıl olur eritmek/Yaratmak aydınlığı dip sularda
Yırttım en sonunda çağ uykusunu/Hazırladığım kirizmalı bahçelerde/Çocuklarla tuttuk yıldızları bir bir/Anladık evrenin amacını/Güneşin ellerinden öptük/Yazdık ikimize geleceğin aydınlığını.”
Demiray’ın ikinci kitabı “Günaydın Anadolu” adını taşıyor. Öğretmenlik yıllarının Anadolu’sunun çilesi ile bu çilede savrulan, yoğrulan çocukların öyküleri ilgimi çekti benim. Hele bir “Türkân” var ki, salt onun öyküsü bile yurdum insanına sevdalı eder adamı.
“Türkân gözlerini çeviriyor benden. Kurduğum evren, büyüttüğüm düş birdenbire yokluğa karışıyor. Çevremde ilkel bir köy hortlayıveriyor aniden. Güllü basması içinde Türkân, tozlu yollarda kaybolup gidiyor. Nerede şimdi Türkân? Sarıp sarmalanıp karanlığın kucağına mı kondu? İzbe bir toprak evde çürümeye mi bırakıldı? Her şeye karşın o iki umut yıldızını arıyorum Türkân’ın, bakıyorum ki gökler bulutlu hepten ve ben yalnız kalıyorum.”
Yazar, bir başka Anadolu kızına da aynı feryatla hayıflanıyor: “Kurtaramadım seni Fevziye... Çünkü senin köklerini Ortaçağ besliyordu...”
Ve üçüncü kitap: “Her Kuşaktan Atatürk”. Atatürk ve Atatürkçülüğe değgin yazılar var bu kitapta. Bunlar salt bir bilgi aktarımı amacı taşımıyorlar. Yorumlar, çözümlemeler de yapıyor yazar, gelecekle bağlar kuruyor, yön veriyor. “Aile Anılarımda Ermeniler” diye bir bölüm de var bu kitapta, ilginç, özgün ve değerli, okuyan kazanır...
Güner Demiray’a “uğur ola” diyorum yazma yolculuğunda...