“Üç-beş dönen adam” söylüyorsa doğrudur!

Eyyy muhalif!
Onca “of”, “uf”, “ay”, “aman”dan sonra derin bir “oh” çekmenin vaktidir.
İşinden oldun...
Gözünden, kolundan, bacağından...
Biber gazı, plastik mermi, tekme-tokat; canından oldun.
Özgürlüğünden...
Sağlığından oldun rutubetli hücrelerde.
Saygınlığından oldun; korkak, ödlek, alçak medyanın manşetlerinde.
Evladından oldun... Anandan, babandan oldun; bir avuç toprak attırmadılar mezarlarına...
Değecek mi dersen -sütten ağzım yandı bir kere- bilmem;
Ama gidiyor işte!

***

Temenni değil; teyitli bilgi bu sefer ki!
Nereden mi?
Yok yoook, sokaklarda çığa dönen kalabalıklardan duyduğumu söylemiyorum...
TOMA tazyikiyle yer çekimi kanununa meydan okuyan gazeteci kız değil haber kaynağım;
Ölümüne direnen o güzelim gençlik değil...
“Ah”ları yerde kalmayacak “boş beşiğe mahkum” analar değil...
Bir bayram sabahı babalarının elini öpebilmek için anadan üryan soyulan, üzerine dokuz kat demir kapı kapanan çocuklar değil...
“Baş Genel Yayın Yönetmeni” kollarını sıvayıp yumruk sallarken dahi yazanlar, başlarında Demokles’in kaseti sallanırken bile konuşanlar, itibarsızlaştırılmayı, maddi-manevi batırılmayı göze alıp omurgasını milim esnetmeyenler değil bana bu “müjde”yi getiren.
“Üç beş dönen adam”a kulak ver anlarsın sen de;
Gidiyor işte!
Düne kadar yeşil ışıkta geçmek için bile iktidarın ağzına bakıyorlardı, şimdi, hem de “yasak” tabelasına aldırmadan “U dönüşü” yapıyorlar;
Gemi olsa bindikleri “can simidi”, “sandal”, “bot” batarken de kurtulma umudu var da “ileri demokrasi tramvayı”ydı koltuklarını kapıştıkları. “Yerin dibi” rotası; mağmaya kadar yolu var. Ya yanacaklar, ya kaçacaklar;
Kaçıyorlar!
İtirafçılığa sığınıyorlar!
Kitaplar dolusu günahlarını satıyorlar!
“Batsın sizin gazeteciliğiniz”;
Bir de utanmadan zeytinyağı gibi üste çıkmaya çalışıyorlar!
Afiyetle yedikleri, sindirdikleri “azarlar”, meslektaşlarını, “abi” dedikleri mesai arkadaşlarını kovarken değil de aylar sonra kendileri işsiz kalınca gaz yapmış, “rötarlı hazımsızlık” yaşıyorlar;
İnternet sitelerine çarşaf çarşaf “suskunluklarını bozuyorlar”:
“Başbakan patronlarımı azarladı...
Başdanışmanı beni aradı baskı yaptı...
Patron panikledi ama ben mücadele ettim!
Hasan Abi giderse biz de gideriz diye rest çektim; Hasan abi gitti biz kaldık ama olsun direndim!
Can’ı “direne direne gönderdim”!
Fatih’in yerinde olsam istifa ederdim ama kendi yerimdeyken patron “hükümet seni istemiyor” diyene kadar bekledim!”
Bu dediğimi yabana atmayın;
Tüyoyu almasalar gıklarını çıkaramazlar. Bu “malumu ilan cengaverlikleri(!)”nin bir sebebi var;
“Sala”yı duydular, peşin peşin nebbaşlığa başladılar!

Hangisine gülelim!

Doğan Grubu bünyesindeki CNNTürk’te program yapan Enver Aysever’in, Doğan Grubu bünyesindeki Hürriyet’in Genel Yayın Yönetmeni Enis Berberoğlu’na “Sizin grubun sırtında baskı var mı” diye sormasına mı gülelim!
Yoksa, -geçmişteki boykot tehdidi, vergi cezası, kovulacak yazar listelerini geçtim- Başbakan’ın meydan meydan dolaşıp “Alamayacaksınız Hilton’a o araziyi” diye bağırdığı şu günlerde soruyu “Bildiğim kadarıyla hayır” diye cevaplayan Berberoğlu’na mı gülelim!

Küçük bir rica...

Biri, “Türkiye’ye yakışan, ‘gazeteci’ kimliği taşıyan tek bir kişinin bile, eline silâh almamışsa, cezaevine düşmemesidir, ‘terörle mücadele yasası’ gazetecilerin cezaevinde bulunmalarına mazeret değildir” diye “en demokrat benim” nutukları atan Fehmi Koru’ya; İlhan Selçuk’a cezaevi bileti kılıklı yazılarını hatırlatabilir mi?

Elif Hanım, en son ne zaman Fransa’ya gitmiştiniz?

“Günlerdir olur olmaz yerde kusuyorum...
Kusuyorum, kusuyorum, kusuyorum...
Geceleri albasması gibi çöküyor üzerime...
Bağırıyorum, bağırıyorum...
Elleri deri eldivenli, üstleri çıplak adamlar...
‘Başörtüsü ha, vurun şuna’ demişler...
Bebeğine bile acımamışlar...
6 aylık sabinin minicik ayaklarını, kollarını tırmalamışlar...
Arkasından tekme tokat vurmuşlar...
Küfretmişler, vurmuşlar, vurmuşlar...
Cinsel organlarıyla vurmuşlar...
Korumaya kalkışan bir amcayı öldüresiye dövmüşler...
Genç kadın bayılmış...
Kendine geldiğinde üzeri idrar kokuyormuş...
O günden beri dışarı çıkamıyor... Saat başı yıkanıyor... Haber izleyemiyor...”
Geçtiğimiz yaz sonu, Gezi protestoları sırasında, Kabataş iskelesini korkunç “Sleepy Hollow” köyü gibi tasvir eden bu satırların yazarının güvendiği tek bir kanıt vardı:
Mobese kayıtları.
O kayıtlar önceki gece yayınlandı.
Kabataş’ın “gözü dönmüş canavarlar”ın işgaline hiç uğramadığı, anlatılanların “hayal mahsulü” olduğu anlaşıldı.
Bu olağandışı “hayal gücü” nün bir açıklaması olmalı. Bütün iyi niyetimle soruyorum:
Yukarıdaki hikayenin yazarı Elif Hanım pasaportuna bir bakabilir mi; Fransa’ya seyahat etmişliği var mı?
Şu CIA’nın “çıldırtan deney”ine maruz kalan Pont-Saint-Esprit’e düşmüş mü yolu mesela?
Maazallah içine LSD katılmış o “lanetli ekmek”lerden ikram eden olduysa; “halüsinasyon” gördürüyormuş da!..

Yazarın Diğer Yazıları