Tutuklu milletvekilleri ve AKP’nin sorumluluğu
TBMM Başkanı Cemil Çiçek, tutuklu 8 milletvekilinin durumu için “tribünlere oynamayın çözelim” diyor. İşin ciddi yapılması, konuyla ilgili ulu orta servis yapılmaması gerektiğinden söz ediyor. Bu tür davranışların, tutuklu milletvekilleri üzerinden siyaset yapmak anlamına geldiğini de ilave ediyor. TBMM Başkanı Cemil Çiçek bu sözlerinde haklıdır.
Cemil Çiçek, tutuklu milletvekili sorununu çözebilmek için, partilerin yetkilileriyle “çözüm zirvesi” ve temaslar sürdürüyor.
Ancak Sayın Çiçek’in, TBMM Başkanı olarak aciliyet arz eden böyle bir sorun karşısında, şimdiye kadar çok ciddi girişimler içinde olduğu da söylenemez. Umulur ki Sayın Çiçek’in gecikmiş olsa da başlattığı girişimler sonuç verir. Bir demokrasi ayıbı olan “tutuklu milletvekili” sorunu çözülür.
Tutuklu milletvekilleri konusunda başta Başbakan olmak üzere AKP’li yetkililer sorumluluk duygusu içinde hareket etmiyorlar. AKP siyasi rekabeti, siyasi hasımlığa, hatta kan davasına dönüştürmüş durumdadır.
Başbakan Erdoğan, ’tutuklu milletvekilleri AK Parti’nin sorunu değil’anlamına gelen sözler ediyor. Ardından da “Eğer yasal çerçeve içerisinde varsa anayasamıza, yasalara uygun bir şey, ortaya biz bazı gerçekleri koyarız... Milletvekili olamayacağını bile bile veyahut da şöyle arkadan dolaşmak suretiyle çözeriz” yöntemi hukuk devletinde yoktur, diyor.
Başbakan’ın tavrı sözlerinde saklıdır. Bu tavır doğru, demokratik, adil ve etik değildir. TBMM’nin sekiz milletvekili bugün hapishanededir ve tutukludur. Başbakan bu sorunun çözümünden söz edildiğinde, sorun “AKP’nin değildir” diyor. Başbakan bu sözlerle, sorunun çözülebilmesi için tutuklu olanların AKP’li olması lazım geldiğini söylemiş oluyor. Başbakan sorunun partilerden önce ’demokrasi’ ile ilgili olduğunun farkında bile değildir.
Başbakan Erdoğan, muhalefet partilerine ait olan tutuklu milletvekili konusunda “milletvekili olamayacağını bile bile” aday yapanlar sorumludur, demeye getiriyor.
Yürürlükte olan mevzuat gereği, bir kimsenin milletvekili şartlarını taşıyıp/taşımadığına ilişkin kararı partiler değil, Yüksek Seçim Kurulu vermektedir. Yüksek Seçim Kurulu’nun “milletvekili olma şartlarını taşıyor ve seçime katılabilir” onayını verdiği ve milletin de oylarını vererek seçtiği kişilerle ilgili muhalefet partilerini suçlamak hem demokrat hem de doğru bir tarz değildir.
Diğer yandan, diğer partilerden milletvekili seçilenler bir yana, MHP’den İstanbul Milletvekili seçilen Engin Alan, aday gösterildiğinde hakkında tutuklama kararı yoktu. Adaylık süreci aşamasında Engin Alan hakkında “özel yetkili mahkeme” tutuklama kararı vermiştir.
Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ ise “Vekillerin tutuklanması diye bir şey değil, tutukluların vekil seçilmesi gibi bir durum vardır” diyor. Bekir Bozdağ da Başbakan’ın üslubunu benimsemiş gibidir.
AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik de topu taca atar bir tavır içinde konuşuyor, “Milletvekilliğini hapishaneden adam çıkarma aracı haline” getirdiniz diye muhalefeti suçluyor. Ardından da “CHP formül getirsin, görelim” diyor.
Bu söylemlerden AK Parti’nin demokrasiyi, adaleti ve hukuku kendi mensupları için istediği sonucu çıkıyor.
Deniz Feneri davasının yargıçlarını yargılatan, Silivri’de görülen davalarda tutukluluk kararına karşı oy kullananların tayinlerini çıkartan, Cumhurbaşkanı’nın görev süresiyle ilgili olarak Anayasal hükmü yasayla değiştiren, Başbakanın “sır küpü” olduğunu ilan ettiği Hakan Fidan ve arkadaşları için üç günde adeta şahsa özel yasa çıkartan bir iktidarla Türkiye karşı karşıyadır.
AK Parti’nin ileri demokrasi söylemi yargının özelleştirildiği, muhalefettekiler için ise adaletin gerilettirildiği bir içeriğe kavuşmuş bulunmaktadır.
Yargıyı iktidarını sürdürmek için baskı aracı olarak kullanan, hapishaneden yükselen çığlıklara kulaklarını tıkayan, muhalifler için “yaşasın zulüm” diyen iktidarların geleceğinin olmadığını herkes çok iyi bilmelidir.