Türkiye'yi kim yönetiyor?
İnsan Türkiye’nin PKK terör örgütü ile olan mücadelesi ve Öcalan’ın seyir defterine baktığında “Türkiye’yi kim(ler) yönetiyor?” demekten kendini alamıyor.
PKK ilk kanlı eylemini Öcalan’ın Suriye’den verdiği emirle 1984 yılında yapmadı mı?
Yaptı!
Peki Türkiye niçin Suriye’den Öcalan’ı istemedi. Canım istedi de her seferinde Şam yönetimi, “Bizde öyle biri yok” demedi mi, demeyin sakın. İstihbarat birimleri Öcalan’ın oturduğu mahalle, sokak ve hatta kapı numarasına kadar bütün bilgileri defalarca Hafız Esad’ın önüne koymadılar mı?
Koydular.
Koydular ama o inkâr etmeye devam etti. İyi de, güçlü devletler, böyle inkârları sineye çekerler mi? Çekmezler tabii. Nitekim ABD canı yanınca Afganistan’ı, canı çekince de Irak’ı işgal etmedi mi?
O yıllarda Türkiye de Suriye için aynı şeyi yapabilirdi ve üstelik buna uluslararası hukuk olarak hakkı da vardı. Diyorlar ki... O yıllarda SSCB dağılmamıştı ve Suriye’nin arkasında Moskova vardı. İyi de... Sen de NATO üyesiydin, senin arkanda da NATO yok muydu! (Yoktu)
Neyse, ordusu dökülen, ülkesindeki azınlık iktidarı pamuk ipliğine bağlı olan Hafız Esad, Hatay’ı istediği Türkiye ile, PKK ve Öcalan üzerinden, kendisi için sıfır maliyetli bir savaşı yıllarca sürdürdü. Türkiye’ye bu savaş yüz milyarlarca dolara, on binlerce cana ve kardeş kavgasına ramak kalmış bir ülkeye mâl oldu, oluyor.
Şayet Türkiye, Suriye ile savaşı göze alsaydı ve hatta savaşılsaydı, ne olurdu?
Ne olacak, hem PKK biterdi, hem maddi ve mânevi maliyet bu boyutlara ulaşmazdı.
Gelelim bugüne... Irak’ın kuzeyinde varlığı “pamuk ipliğine bağlı” bir özerk yönetim var. Bir yanında böyle bir yönetimi kabul etmeyen İran, diğer yanında Suriye ve tabii Türkiye. Ayrıca, Irak içindeki asli unsurlar olan Türkler, Araplar ve Şiiler de bu yönetimden rahatsızlar. Rahatsızlar ne kelime, fırsat bulsalar bir kaşık suda boğacaklar.
Öyleyse Amerika bölgeden çekildiği gün Barzani’nin saltanatı da sarsılmaya başlayacak demektir. İşte böylesine namüsait şartlar altında Barzani tam bir eşkıya kesilmiş, önce Türkmenlere ait nüfus ve tapu dairelerini talan etmiş, ardından başta Kerkük ve Telafer olmak üzere Türk yoğunluklu bölgelerde katliamlara başlamış ve oralara dışarıdan getirdiği Kürtleri yerleştirmiş, yetmemiş, bir de kendisine “Güney Kürdistan” adı vererek, “Benim bir de kuzeyim var” diyerek, Suriye’nin Hatay hesabı gibi Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu’suna göz diktiğini bütün dünyaya deklare etmiştir.
Ankara’dakiler buna bile itiraz etmemiş, Barzani’ye ucuz elektrik vermek dahil her türlü kolaylığı sağlama ve sürdürmeyi üstlenmişlerdir.
Barzani cüretini artırmış, tıpkı Hafız Esad gibi PKK’ya kol kanat germeye başlamış, arkasına Bağdat yönetiminin başındaki Talabani’yi de alarak, PKK için af istemeye, Ankara’ya PKK istekleri doğrultusunda reformlar önermeye başlamıştır. Yani etine buduna bakmadan Türkiye’nin içişlerine karışır olmuştur.
Dün Hafız Esad Suriye’sinin kendisi ile sıfır maliyetli savaş yapmasına ses çıkaramayan Türkiye, bugün de, Barzani ve Bağdat’taki yönetimin sıfır maliyetle Türkiye ile PKK’yı kullanarak savaşmasına boyun eğmiş durumdadır. Dünkü savaştan Suriye kârlı, Türkiye felç bir halde çıkmıştır.
Bugünkü savaştan da Barzani’nin kârlı çıkacağı gözle görülür, elle tutulur hale gelmiş, Türkiye’nin ise varlığı ciddi şekilde tehlikeye girmiştir.
Bütün bu gelişmelere bakarak insan ister istemez “Türkiye’yi kim ya da kimler yönetiyor?” diye düşünmek zorunda kalıyor. Türkiye’yi bu toprağın kardeşliği, bu toprağın fikri, bu toprağın ruhu, bu toprağın insanları yönetseydi, Milli Mücadele dönemine göre böylesine müsait şartlara rağmen böylesine namüsait neticelere bu ülke mahkûm olur muydu?
Elbette olmazdı.. Öyleyse Türkiye’yi kim ya da kimler yönetiyor!