Türkiye'yi bölünmeye zorlayan rapor!
Milleti, ilahi olanın tezahürü biçiminde tanımlayanlar vardır. Bu algıya göre “Hiç bir millet, hiçbir ülke, hiç bir halk, hiç bir tarih ve hiç bir devlet bir diğeri ile aynı değildir. Her milletin kendine mahsus kültürü ve karakteri vardır”. Ernest Renan da; “insan, ne ırkının, ne dilinin, ne de dininin, ne de nehirlerin izlediği yolun, ne de sıradağların yönünün eseridir”. der. Ernest Renan milleti açıkça “bir ruh, bir manevî prensip” olarak tanımlar. Bu “ruh” yahut “manevî ilke”, biri geçmişte, öteki ise içinde yaşanılan zamanda bulunan iki unsurun birleşmesiyle oluşur. Bu unsurlardan birincisi, “zengin bir hatıra mirasına sahip olmak”tır. Geçmişte yaşanılan ortak acılar veya birlikte kazanılan zaferler insanları birbirine bağlar. Bu unsurlardan ikincisi ise, birlikte yaşama ve olabildiğince çok ortak miras yaratma isteğidir. Bu ikinci unsurda amaç, mefkûre, istikbal, ülkü birliği gibi hususlar yer almaktadır.
Türk Milleti tanımı!
Ziya Gökalp’e göre “millet ne coğrafi, ne ırki, ne siyasi, ne de iradi bir zümre değildir. Millet, dilce müşterek olan, yani aynı terbiyeyi almış fertlerden meydana gelmiş bulunan kültürel bir zümredir.../...İnsan için manevi varlık maddi varlıktan öncedir. Bu itibarla milliyette kök aranmaz”. Gökalp, bu tanımı 25 Aralık 1922 tarihinde Küçük Mecmua adlı dergide yayınlanan makalesinde ifade etmiştir. Bu tarih, Cumhuriyetin ilan edilmesinden yaklaşık 11 ay öncesine tekabül etmektedir. Gökalp, Cumhuriyet’in ilan edilmesinin birinci yıldönümü kutlamalarına dört gün kala da vefat etmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranlar, Renan’dan mülhem Gökalp’in tanımının üzerine millet anlayışlarını oturtmuşlardır. “Ne Mutlu Türküm Diyene” söylemi de gerçekte bu millet tanımının sloganıdır. Türk ya da Türk milleti bu içeriğin üzerine oturtulmuştur. Bunu “etnisite”, “ırk” ya da “baskın kimlik” temelinde ele almak için kötü niyetli olmak gerekir.
Nitekim Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komitesi Hammerberg’in raporu böyle bir skandal anlayışın ürünü olarak karşımıza tekrar çıkmıştır. Hammerberg raporunda, “Türk’üm ve Türk olmaktan gurur duyuyorum” gibi çeşitli antların her gün öğrencilere söyletildiğini ve bu sözlerin “Ne Mutlu Türk’üm Diyene” sözüyle tamamlandığını belirterek bunun bir etnik kökeni yücelttiğini öne sürmüştür. Hammerberg, açıkça “Ne Mutlu Türk’üm Diyene” sözünün “etnik ayrımcılık” anlamına geldiğini iddia etmiştir. Hammerberg, “Azınlık tanımının Avrupa’daki tanımına uyarlanması ve bunun için Anayasa değişikliğinin yapılması gerektiğini” yazmıştır. Raportör, “azınlık” ların sadece Lozan Antlaşması uyarınca gayrimüslimlerle sınırlanmasını da eleştirerek, Kürt, Süryani, Laz veya Alevilerin de bu tanımlama içine girmesi gerektiğini savunmuş.
Hükümetin cevabı doğrudur!
Hammerberg raporunda, Üniversitelerde Kürtçe eğitmen yetiştirilmesi için özel bölümler açılmasını, Alevilerin haklarının verilmesini, Heybeliada Ruhban okulunun açılmasını ve Vakıflar Yasası’nın gayrimüslimlerin mülklerinin iadesine uygun hale getirilmesi gibi öneriler de getirmiştir.
Türk Hükümeti bu rapora verdiği cevapta “Ne Mutlu Türküm Diyene” sözünün, bir etnik gurubu yüceltmek için değil, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olanların ülke toprağına bağlılığını ifade ettiğini belirtmiş. “Türk” kelimesinin bir etnik dil veya din kökenine dayanmadığı, Türkiye cumhuriyeti vatandaşlığını ifade ettiğini kaydetmiş.
Türkiye’de başta Aleviler olmak üzere diğer bazı etnik gurupların AB tarafından kendileri için öngörülen “azınlık” statüsünü reddettikleri bilinmektedir. Buna rağmen bu guruplara “Hayır siz azınlıksınız” demek kabul edilecek bir tavır değildir. Diğer yandan ısrarla AB’li yetkililerin Türk kavramını “etnisite” ile eş değer kullanmaları kötü niyetli olduklarını gösterir. Bu bağlamda rapora Türk Hükümetinin verdiği cevap tatmin edicidir. Ancak Türk Hükümetinin bu cevabının arkasında Başbakan ve Cumhurbaşkanı’nın da durması gerekir.