Türkiye'ye yazık oluyor!
Türkiye giderek herkesin başka bir yöne baktığı bir ülke haline gelmektedir. Giyim kuşamdan cumhuriyete, milletten tarihe, kimlikten güvenliğe kadar herkesin ayrı bir dil kullanması bunu gösteriyor. Bu ülkenin insanları git gide daha çok birbirinden kuşku duymaya ve birbirinin acısıyla ilgilenmemeye başlamışlardır. Farklı düşünen her insana daha çok, düşman muamelesi yapılmaktadır.
Özellikle yöneticiler, Türkiye’yi hiçbir ortak yanı olmayan insanların zorla bir araya getirildiği bir çeşit toplama kampı olarak görmektedir. “Farklılıklarımız zenginliğimizdir” diyerek farklılığın kutsanması ise insanların ortak yanlarını düşünmez duruma getirmiştir. Herkes farklılığına imtiyaz sağlama telaşı içine girdiğinden, benzerliklerin müşterisi giderek azalmaktadır.
Ortak yanlardan bahsetmek, ulusal çıkarları savunmak, bugün için Türkiye’de bir tür suç haline gelmiştir. Dini, milli, tarihi, hukuki ve siyasi hemen her alanda yandaşlar ve karşıtlar türemiştir. Bizden olanlar ve karşıt olanlar her yerde temel referans alanı olarak kullanılmaktadır. Gün geçtikçe ülke, 12 Eylül öncesinin toplumsal ayrışma ve birbirine yabancılaşma olgusunu yeniden yaşıyor. Herkes birbirini suçlu ve gayrimeşru ilan etme telaşı içine düşmüştür. Toplum yarılmış durumdadır.
Gelişmeler, 12 Eylül öncesi ve sonrasında yaşananlardan ibret alınmadığının açık kanıtıdır. Dönemin sosyal, siyasal ve ideolojik manzarası unutulmuştur. Hiçbir zaman görmek istemediğimiz o manzarayı bugünlerde bir daha hatırlamakta yarar vardır: Kardeş kardeşi vuruyordu. O zamanlar sokaklar kan gölüydü ve her yer bölünmüştü. Herkes dünyaya ve eşyaya kendi anlamlarını vermişti. Kişi neyi okuyorsa, nereye gidiyorsa, neye bakıyorsa ya da neyi seviyorsa oydu. İnsanlar karşıtları tarafından gördüğü, okuduğu, gezdiği, inandığı, sevdiği, nefret ettiği, giydiği, içtiği her şeyden sorumlu tutuluyordu. Kot pantolon, uzun saç, kumaş pantolon, sarkık bıyık, Birinci ve Maltepe sigarası tamı tamına ideolojik simgeydi. İnsanlar, işgal edilmiş fabrikalar, kurtarılmış bölgeler, girilmez mahalleler ve çıkılmaz sokaklar deneyimini yaşamıştı. Dönemin insan maliyeti inanılmaz seviyedeydi. İnsanlar Malatya’yı, Çorum’u, Maraş’ı, Sivas’ı, 1 Mayıs’ı yaşamıştı. Hikâyenin sonunun ne denli acıklı bittiği de yaşayan herkes tarafından çok iyi bilinmektedir. Bir türlü bir araya gelemeyen zamanın siyasi liderlerinden Demirel ile Ecevit, nihayet darbe sonrasında zorunlu ikamete mecbur edildiklerinde bir araya gelebilmişlerdi.Bugün Erdoğan ve Baykal’ın birbiriyle el sıkışmak için bir araya gelememeleri, siyasilerin o günlerden, hiç mi hiç ibret almadıklarını göstermektedir. Türkiye’de bugün de taraftarlara, yandaşlara, etnisitelere, mezheplere, bölgelere yönelik ötekileştirici siyaset, alabildiğine devam etmektedir. Değerleri bölmek, kavramları karıştırmak, kimlik kavgaları üretmek, tarihi inkâr, etmek siyasi bir araç olarak kullanılır hale gelmiştir. Kısacası 12 Eylül öncesinin siyasetçisiyle 12 Eylül sonrasının siyasetçisinin arasında hiç bir fark kalmamış gibidir. Bugünün Türkiye’sinde yaşanan her olay toplumu bölmenin, karşıtlık yaratmanın ve kamplaştırma üretmenin aracı olarak kullanılmaktadır. Siyaset, sorun çözmek değil, sorun yaratmanın aracı olarak kullanılmaktadır. Birliğe, bütünlüğe, beraberliğe, ortak yanlara ve değerlere vurgu yapan siyasetçi, Türkiye’de yoktur. Her şey ayrıştırma, ötekileştirme ve başkalaştırma temeli üzerinden yürütülmektedir.
Toplum, bugün, fiziki olarak bir birine yakın ve iç içe yaşamaktadır, ancak zihni ve ahlaki olarak ayrışmış durumdadır. Bu durum, ülkedeki sosyal ve siyasal zeminin giderek 12 Eylül öncesine daha çok benzediğini göstermektedir. Siyasetçiler, bir kez daha dünü hatırlamalı, bu ülkeyi hırslarının aracı haline getirmekten çıkarmalıdır. Siyasiler ülkeye yazık etmemelidir!