Türkiye'ye yakışmıyor!
Başından söyleyelim Türkiye ne “idamı göze alınmalı” türünden konuşmaları ne de “Beyaz Çarşafla Yola Çıkma” türünden meydan okumaları hak ediyor. Kaldı ki, idam cezası olmayan bir ülkede idamdan/kefenden söz etmek hiç de doğru değildir. Tabii söylemeye gerek bile yoktur ki bu sözler demokrasi kültürüne yakışmıyor.
Ülkenin tepesine demir atmış liderler bu tür konuşmalarıyla yalnız toplumu germiyorlar, aynı zamanda da bölüyorlar. Ülkenin tepesi meydan okuma, tehdit etme, öfkelenme, toplumu germe ve kutuplara bölme yeri değildir.
İktidar ve muhalefetin birlikte kimyası bozulmuş gibidir. Kimsenin kimseyi dinlediği yok. Herkes medya üzerinden en sivri cümlelerle birbirine bağırıyor!
Hâlbuki devlet adamlığı diye bir kavram vardır. Devlet adamının ya da adamlığının bir de üslubu vardır. Bu üslubun ölçüsü de soğukkanlılık, ciddiyet ve ağırbaşlılıktır. Her şart altında devlet adamları sorunları sorumluluk, objektiflik ve nezaket içinde tartışırlar.
Öfke insanlık halidir. İnsanlar elbette öfkelenebilir. Ağzından zaman zaman öfke nedeniyle istemediği sözler bile çıkabilir. Ancak devlet görevini üstlenen kimselerin öfkelerini kontrol etme gibi bir görevleri de vardır. Toplum önündeki bu denli öfkeli, sivri ve hırçın tavrın halk arasında muhatap bulmaması mümkün değildir. Yukarıdakilerin bu tür sert tavırları aşağıdakileri böler, ayırır ve ötekileştirir. Nitekim öyle olduğunu karşıt mitinglere katılan insanlar göstermektedir. İnsanlar, bu nedenledir ki birbirlerine karşı bilenmeye ve adeta karşılıklı olarak öfkeden burunlarından solumaya başlamışlardır.
Başbakanın tavırlarına akıl erdirmek mümkün değildir. Avustralya’da bir konuşması sırasında şehitler için “kelle” kelimesini ağzından çıkarmıştır. Bunu düzeltecek ve şehit yakınlarının yüreklerini sakinleştirecek konuşmalar yapacak yerde konunun mahkemeye kadar gitmesine neden olmuştur. Öfkeli konuşmalarıyla toplumsal gerilmeye neden olduğu için yatıştırıcı konuşmalar yapacak yerde “Öfke hitabet sanatıdır!” demeyi uygun bulmuştur. Öfkenin hitabet sanatının (!) en parlak örneğinin Hitler’in tarafından verildiğini unutmuştur. Devlet katındaki öfkenin nasıl bir felaket yarattığını Ecevit’in “Anayasa fırlatılması” olayıyla birileri hatırlar.
Yüksek ve çok şerefli görevlerde bulunan insanların hatadan ve aşırılıktan münezzeh olduğunu düşünmek yanılgıdır. İnsan her yerde güçlü ve zayıf yanlarıyla aynı insandır. Bu nedenle de zamanla istemeden, toplumca hoş karşılanmayacak söz ve söylemler için toplumsal barış adına adım atmak etkili ve yetkililerin işidir. “Herkesin teminatı biziz” demek sorunu çözmüyor. Çünkü herkese hitap etmeyenler herkesin teminatı olamazlar!
Kuşkusuz muhalefet liderinin de aynı duyarlılıkla hareket etmesi asıldır. Bilinmelidir ki, sanal saldırılar sanal kahraman yaratır. Son yapılan tartışmalar bunu kanıtlamıştır.
Yetkililerin aklına geldikçe tekrar ettikleri “Edebali Hazretlerinin Osman Gazi’ye Vasiyeti” ndeki “İnsanı yaşat ki Devlet yaşasın” cümlesinin devamını bir kez daha hatırlatmak şart oldu:
“Edebali’nin Osman Gazi’ye Vasiyet” teki sözler aynen şöyledir:
“Ey Oğul! Beysin...
Bundan sonra öfke bize, uysallık sana...
Güceniklik bize, gönül almak sana...
Suçlamak bize, katlanmak sana...
Acizlik bize, yanılgı bize, hoş görmek sana...
Geçimsizlikler, çatışmalar, anlaşmazlıklar bize, adalet sana...
Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize, bağışlama sana...
Ey Oğul!
Bundan sonra bölmek bize, bütünlemek sana...
Üşengeçlik bize, uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana...”
İlim ilim olmaktan, alim alim kalmaktan çıkmışsa bu sözler boşlukta bir çığlık gibi asılı olarak kalır. Edebali, sanki bu sözleri Osman için değil de bugün bu devleti yönetenler için söylemiş gibidir. Ne dersiniz, birilerinin bu sözlere bu günlerde ihtiyacı yok mudur?