Türkiye'ye şarbonu getiren zat!!!
Zehirlenmedik tek yiyecek kaldı mı acaba bu ülkede?..
İnsanların sofralarına gönül rahatlığıyla koyacakları tek ürün var mı memlekette?..
Bırakın sütü, yağı, peyniri, buğdayı ve mısırı, en çok da ekmekler bozulmadı mı bu ülkede?..
Bilim adamları bile aralarında çatışıyor ekmek için; "Zararlı mı yararlı mı" tartışması sürerken kimi profesörler "kesinlikle ekmek yemeyin" diyerek Türk halkının damarına basıverdiler...
Meyve-sebze, kuru ve yaş gıda, ekmek, süt, sucuk, tavuk derken "et" geride kalır mı hiç?..
At eti, eşek eti, zehirli tavuk tartışmaları, sakatat terörü, kaçak hayvan kesimi vakaları bile neredeyse masum (!) gösteriliyor artık... Çünkü daha vahimi toplumu iyice korkutuyor, kaos ne yazık ki giderek büyüyor.
Çünkü hastanelerde "şarbon" vakalarının sayısı artıyor ve yurttaşlar ne yapacaklarını bilemez halde devletten etkin bir müdahale ve açıklama bekliyor...
Baksanıza; ithalatta "karantina" zorunluluğu falan hak getire ki, Türkiye artık hastalıklı hayvanlar için de başıboş bir ülke haline gelmiş olmalı...
Karantina, kontrol, aşı ve denetim yokmuş meğer!.. Nasıl bir çıkar çarkı ki, artık hastalıklı et de yediriliyor bu ülkenin insanlarına... Mide bulandırıcı ranta ve arkasındaki çeteye yazıklar olsun...
Ne yazık ki hayvan ithalatı konusunda da geri kalmış Afrika ülkeleri gibiyiz!.. Türkiye'de herkes istediği gibi at koşturuyor, toplum sağlığı hiçe sayılıyor ve AKP iktidarı insan sağlığını vuran her vahim olayda olduğu gibi "şarbon" rezaletinde de pervasız ve duyarsız davranmaya devam ediyor...
***
Kim bu Ürdünlü?..
Gazetelere de zaman zaman yansıyor ki, Türkiye'de hayvan ithalatının arkasında bir "Ürdünlü" var...
35 yaşındaki bu genç girişimci nedense ve nasıl olduysa hayvan ithalatı konusunda "tek otorite" haline getirilmiş!..
Güneydoğulu eski bir tarım bakanı aracılığıyla piyasaya sokulan Ürdünlü şahıs Et ve Süt Kurumu'nun hayvan ithalatı ihalesini hangi ilişkilerle aldı bilinmiyor ama perde gerisinde yaşadıkları çok şaşırtıcı!..
Antep ve Çorlu'da, 2012'de jandarmanın düzenlediği "Angus operasyonu" da işte bu Ürdünlü zat ile ortaklarını hedef almış...
Operasyon sırasında Ürdünlü kaçmış (!), yakalanan ortakları da kısa süre sonra salıverilmiş!!!
Antep'te hayvancılıkla uğraşan bir kaynak Ürdünlü tüccarla ilgili çok ilginç bilgiler sıraladı... Siyasetle de uğraşan kaynak dedi ki;
"Ürdünlü şahıs başta Suudi Arabistan olmak üzere Arap ülkelerine 2.2 dolara sattığı canlı hayvanı Türkiye'ye 4.8 dolara pazarlıyor!!! Bu zatın 2012'den itibaren Türkiye'ye getirdiği hayvanlarda da hastalık çıkmıştı... Daha önce serbest müteşebbis olarak kendi çiftliklerinde ürettiği hayvanları iç piyasaya satan Ürdünlü, AKP'lilerle girdiği ilişkiler sonucu Türkiye'nin hayvan ithalatında tek karar verici oldu!.. İşte son günlerde piyasada görülen şarbonlu hayvanlar da bu zatın getirdikleri..."
Tarım Bakanı, İçişleri Bakanı ve Antep'deki devlet yöneticilerine sormak lazım;
Daha önce jandarma operasyonuna uğramış bu Arap tüccar Türkiye'ye şarbonlu hayvan getirmekle de suçlanırken, nasıl oluyor da Antep sokaklarında koruma ordusuyla dolaşabiliyor?..
Bu koruma meselesi bay Ürdünlü'ye de şarbon bulaşmasın diye mi acaba?..
Şaka bir tarafa, ne ilginç bir ülke değil mi Türkiye?.. Kendi vatandaşını şarbondan koruyamayan devlet, şarbon bulaştırmakla suçlanan zatların koruma ordusuyla meydanlarda at koşturmasını izlemekle yetiniyor!.. Vah ki vah!..
***
Mayın, kriz, çelişki!..
"Mayın eşeği" deyiminin nereden geldiğini bilir misiniz?..
Hayvanseverler haklı olarak çok kızacak ama insanların "yaşamak için" ne yazık ki başka "canlı"ların yaşamını "risk"e soktuğu bir dehşet deneyinin ürünüdür o sözün ortaya çıkışı...
1950'lerden itibaren kaçakçılığın yaygınlaştığı Güneydoğu'da, daha sonraları mayın döşenen Suriye sınırı kaçakçılar için büyük risk olunca, işte hayvanların kullanıldığı ürkütücü bir yöntem de zorunlu hale getirilmişti...
Sınır boylarından "kaçak" geçirmek için tel örgüleri kesen kaçakçılar, arkalarına "kalas" bağladıkları eşekleri mayınlı arazilere sürerek kendilerine "güvenli yol"lar açmaya çalışırlarmış...
Eşek koştukça kalaslar mayınları patlatır ve bir-iki metre genişliğindeki risksiz patika kaçakçıların "ekmek yolu"na dönüştürülürmüş!..
Peki, hayvanların canını riske sokarak açılan yollardan ne geçirilirmiş Suriye'ye?.. Tabii ki yine "hayvan"lar yani küçük ve büyükbaşlar...
Dönemin kaçakçılarının anlatımına göre, bazı geceler yüzlerce hayvan geçirilirmiş Suriye topraklarına... Yani, hesaplamalara göre ayda en az 50 bin hayvan...
Bu rakamlar yalnızca o dönemde Halep ve çevresinden getirilen çay, kahve, giyim, porselen, oyuncak ve kumaş gibi yabancı menşeli ürünlerle Güneydoğu sınırında on binlerce yurttaşa ekmek kazandıran Suriye'nin canlı hayvan gereksinimlerini dışa vurmuyor...
Sınırda "mayın eşekleri"yle yapılan kaçakçılık Türkiye'deki hayvan varlığının ne kadar büyük boyutlarda olduğunu, Suriye, İran, Irak gibi ülkelerin de et konusunda Güneydoğu'dan beslendiğini kanıtlıyor...
***
Kaçak ve asıl "kaçak!!!"
Yaşı 80'e ulaşmış Urfalı eski bir kaçakçıyla bunları konuşmamızın nedeni son dönemde toplumu iyice kaygılandıran "şarbon" vakalarıydı ki, insanların artık et yemeye korktuğunu anlattı yaşlı kaçakçı... Ve dedi ki;
"1980 öncesine kadar Suriye gibi ülkelere yüzbinlerce hayvan götürüp sattık. Hastalık falan da yoktu... Orta Doğu ülkelerinin hayvan ihtiyacını Güneydoğu'lu kaçakçılar karşılıyordu. Şimdilerde ise Türkiye'nin hayvan ithalatına başlaması yetmedi bir de hastalıklı hayvanlar pazara sürülüyor... Tarım Bakanlığı sorgulasın bakalım, Türkiye'nin hayvan potansiyeli neden dibe indi?.."
"Şarbon" rezaleti şu vahim çelişkiyi de dışa vuruyor; Bir zamanlar Araplara Türkiye'den "kaçak" yoldan "sağlıklı" hayvan götürülse de, "hastalıklı" hayvanlar artık Araplar tarafından hem de devlet eliyle ülkemize sokuluyor!!! Söyler misiniz, kim suçlu ve asıl "kaçak" nerede?..