Türkiye'nin Jomo Kenyatta'sı

Türk Ortodoks Patrikhanesi Basın Sözcüsü Sevgi Erenerol, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne verdiği bir konferansta, “Misyonerlik siyaset satrancının bir piyonudur. Tek amaç, din adına, bu toprakların ele geçirilmesidir!” demiş..
Yalan mı söylemiş!
Amerika’dan Afrika’ya, misyonerlerin girdiği toprakların kültüründen yer altı ve yer üstü zenginliklerine kadar ilk sahibinde kalan değerlerin toplamı tek sayfayı bile doldurmazken, misyonerler eliyle Vatikan’a bağlı unsurların eline geçen servetlerin kaydedildiği defterlerin ağırlığına kütüphane rafları dayanabilir mi?
Dayanamaz..
Önemine binaen ve Sevgi hanımı doğruladığı için Kenya’nın ilk Başbakanı, 1978’de hayata gözlerini yuman Jomo Kenyatta’nın, “Hıristiyanlık Afrika’ya geldiğinde Afrikalıların toprakları, Hıristiyanlarınsa İncilleri vardı. Hıristiyanlar bize gözlerimizi kapayarak dua etmemiz gerektiğini öğrettiler. Gözlerimizi açtığımızda onlar bizim topraklarımızı almıştı, biz de onların İncillerini almıştık” sözlerini kamuoyu ile yeniden paylaşmakta fayda görüyoruz.
İlginçtir, Kenya Başbakanı Jomo Kenyatta da Sevgi hanım gibi, Hıristiyan’dır. Onun için ben Türk Ortodoks Kilisesi yöneticilerini ve tabii Sevgi Erenerol’u da hep Türkiye’nin Jomo Kenyatta’sı olarak görmüşümdür.
Onların değerini rahmetli bir Atatürk bildi bir daha da o çapta Erenerol sülalesini anlayan olmadı.
Evet, misyonerlik, Türk insanını Hıristiyanlaştırılması faaliyeti değil, Türkiye’nin adım adım Türklerden alınması faaliyetidir. Vatikan için önemli olan Hıristiyan müminler olsa, o tutar, her gün Hıristiyanlıktan uzaklaşan Avrupalıların, terk ede ede kiliseleri boş bırakan kendi müntesiplerinin peşine düşerdi.
Ama o öyle yapmıyor Türkiye’ye koşuyor, acaba niye?
İsterseniz konuyu biraz didikleyelim. Çok masum bir hareketmiş gibi sunulan misyonerliğin sıradan insanımız, hatta yöneticilerimiz tarafından fark edilemeyen özelliği, bir Müslüman’ın Hıristiyan olması ile bir Hıristiyan’ın Müslüman olması arasındaki farktır.
Birileri ne zaman Türkiye’deki misyoner faaliyetlerini eleştirmeye kalksa, “Bunda ne var, Avrupalılar da Müslüman oluyor!” tepkisi veriliyor.
İyi de, Avrupa, Hıristiyanların Müslüman olmasına sıcak mı bakıyor? Asla, tam aksine, Vatikan başta olmak üzere Avrupa devletlerini yönetenler İslâm’ın yayılmasını önlemek için ellerinden geleni yapıyorlar. Buna rağmen Avrupalı Müslüman oluyorsa, bu İslâm’ın artıları ve Hıristiyanlığı bilen Avrupalının kilise ve öğretilerinin mânevi ihtiyaçlarına cevap vermediğini çok iyi biliyor olmalarındandır.
Dahası ve Türkiye için tehlikeli olanı ise, bu toprakların Hıristiyanlığın pek çok “ilk”ini bağrından barındırmasında kaynaklanmaktadır.
Sevgi hanımın dikkat çektiği de zâten misyonerliğin bu boyutudur.
Avrupa’da bir Hıristiyan dinini değiştirip Müslüman olduğunda o Fransız’sa Fransız, Yunan ise Yunan’dır. Hıristiyanlıktan Müslümanlığa geçmiş bir kişi, keşke bu toprakları Türkler alsa, Mekke’yi yönetenler ordu kurup sınırları içerisine katsa diye düşünmez, çünkü bunun tarihi, kültürel ve İslâm referanslı kökleri yoktur.
Lâkin bir Türk, Hıristiyan olduğunda gün geçtikçe şöyle düşünmeye başlar, daha doğrusu misyoner unsurlar tarafından öyle yönlendirilir: “Bu topraklar Hıristiyanlarındı, azizler, Havariler bu topraklarda yaşamıştı ve İncil bu topraklarda neşvünema bulmuştu, Müslümanlar geldi, Hıristiyanların elinden bu toprakları aldı.”
Hıristiyan olmuş bir Müslüman Türk, düşünce ve duygu olarak bu noktaya geldikten sonra, o artık, bu vatanın, bu dünyanın, bu toprağın değil, inandığı ve savunduğu yer ve değerin adamıdır.
Biz böyle söylediğimizde yahut topraklar ve stratejik müesseseler, Türk milleti ile kökü tarihten gelen kavgaları olan yabancılara devredilmesin dediğimizde, ne var yani, adam satın aldığı toprağı ve bankayı sırtlayıp İsrail’e, Yunanistan’a mı götürecek gibi abuk sabuk cevaplar verilmekte.
Dünyanın hiçbir işgali müessese ve toprağı sırtlayıp götürerek olmaz, olmamıştır, adam gelir, seni kovar, kendi yerleşir, işgal, işte tam da budur.

Yazarın Diğer Yazıları