Türkiye'nin en zayıf halkasına saldırı
İçerideki seçim odaklı belirsizlik durumunu biliyoruz. Dava adı altında kişi ve parti çıkarları Türkiye'nin çıkarlarının önüne geçmiş durumda. İç cephedeki bu dağılmayı ve hedef birliğinin kaybolduğunu gören düşmanlar ya da rakipler ise kendi çıkarlarını gerçekleştirmek üzere uzun süredir de Türkiye'ye karşı saldırıya geçmiş durumdalar.
Stratejik durum muhakemesi yaptığınızda düşmanınızın ağırlık merkezini (yani kendine hareket serbestisi sağlayan alan, bel kemiği), zayıf ve kuvvetli tarafları, hassas noktalarını tespit edersiniz.
Bunu niye yaparsınız? Düşmanınıza nereden saldıracaksınız, hangi konuları istismar edip nasıl bertaraf edeceksiniz sorularının yanıtlarını bulmak için.
Daha önce defalarca yazdık. ABD ve Batı Türkiye'yi analiz ettiğinde ağırlık merkezinin Türk Ordusu olduğunu hep görmüştür. Yeni dünya düzeni içinde bölgenin yeniden dizaynında Türkiye'ye biçtikleri rolün gereği Türk Ordusu'nun etkisizleştirilmesi gerekiyordu.
Ve Türk Ordusu'na yönelik saldırılar 2003'te Süleymaniye'de çuval geçirmeyle başladı, kumpas süreçleri ve davalarıyla ve sonunda 15 Temmuz FETÖ'cü kalkışmayla devam etti.
Atatürk'ün dediği gibi "Zaferleri ve geçmişi insanlık tarihi ile başlayan, her zaman zaferle beraber uygarlık nurlarını taşıyan kahraman Türk Odusu" tabi ki yıkılmadı. Ama çok önemli darbeler aldı. Yıprandı. 15 Temmuz sonrasında TSK'nın yeniden yapılanması adı altında harp prensiplerine aykırı uygulama ve düzenlemeler durumu daha da ağırlaştırdı.
Bu gelişmelerle eş zamanlı olarak, Türkiye'nin yönetişim hataları, 16 Nisan anayasa değişiklikleriyle zirve yaptı. Yönetilemeyen bir Türkiye'nin en zayıf noktası ekonomisi oldu. Bir ülkenin ana hayat damarının ekonomi olduğunu düşündüğümüzde neden bahsettiğimiz daha iyi anlaşılır.
Ekonominin şuanda en zayıf nokta olduğunu ben söylemiyorum. Ama ekonomik krizi hep birlikte en ciddi şekilde yaşıyoruz hissediyoruz.
İstatistikler, veriler, raporlar da bunu teyit ediyor. Yabancı ülkelerin de stratejik analizlerinde bunu tespit ettiği anlaşılıyor. Bunun ilk örneğini geçen yıl yaz aylarında ABD'li papazın serbest bırakılması sürecinde gördük. Trump'ın Türk ekonomisiyle dalga geçen twiti ve sonrasında "Türkiye'nin ekonomisini mahvederiz" twiti geldi.
Trump öyle öz bir ifadeyi twit atacak kadar Türkiye'yi tanıyan, donanımlı birisi değil. Amerikan devletinin kendine verdiği bir bilgiyi tehdide dönüştüren bir twitlemiştir.
Şimdilerde ABD ile yaşanan S400-F35 krizinde de durum gelip Türk ekonomisine dayanmıştır. İyi yönetilemeyen S400 alımı projesi TSK'yı daha da olumsuz etkileyecek askeri yaptırımlar çoktan başlamıştır. Bu genel bir askeri yaptırıma evrilmek üzeredir.
Pentagon'dan gelen tehdit mektubu bu askeri yaptırımları ifade etmesinin yanında S400 krizinin Türk ekonomisine can yakıcı etkileri olacağı tehdidiyle bitmektedir.
Dış güçlerin Türkiye'nin ağırlık merkezi, bel kemiği olan TSK'yı etkisiz hale getirme süreciyle eş zamanlı olarak ekonomisi de en zayıf halkaya dönmüş durumda ve saldırılar bu halkayı koparma veya koparma tehdidiyle Türkiye'ye tavizler dayatma noktasındadır.
ABD'den sonra GKRY ve Yunanistan da bu tehdit, yaptırım dayatma stratejisine sarılmış durumda.
Bu hafta AB'nin dışişleri bakanları ve liderlerinin zirvesi var. Hem GKRY hem de Yunan liderleri bu toplantılarda AB'yi Kıbrıs batısındaki sondaj çalışmaları devam ederse Türkiye'ye yaptırım uygulama kararı aldırmaya çağırdı.
Bakın Yunan Savunma Bakanı önceki gün bir röportajda bu yaptırımların etkili olup olmayacağı sorusuna ne cevap vermiş: Türkiye'nin ekonomisi çok hassas bir durumda. Sanıyorum bu şekilde devam ederlerse özellikle Avrupa Birliği'nin alacağı yaptırım kararları ile Türkiye'nin ekonomisi can yakıcı bir duruma düşecektir.
Ağırlık merkezi TSK etkisizleştirilerek ABD ve Rusya eksenli olarak çifte askeri çevrelenmeye maruz kalmış Türkiye, kriz-çatışma, ikili-üçlü ittifaklar, sözde müzakere süreçleriyle üç ayrı düzlemde dört bir taraftan da kuşatılmıştır.
Türkiye şimdi de ABD'den sonra Rum-Yunan eksenli AB yaptırımları ve S400 üzerinden gelişebilecek potansiyel Rus yaptırımlarıyla da en zayıf halkası olan ekonomisi üzerinden ülkenin bağımsızlığına yönelik büyük bir saldırı altında.
İdeali hem ordunun hem ekonomin güçlü olması. Maalesef Türkiye tam aksi konumunda.
Türkiye'yi yönetenlerin halen bu gerçeği göremeyip bir belediye başkanlığı seçimini tek gündem olarak dayatmaları ülkeye yapılan en büyük kötülüklerden biri olacaktır.
Bu aşamada gelin Atatürk'ün şu sözlerini hatırlayalım: "Bir milletin doğrudan doğruya yaşantısıyla ilgili olan, o milletin ekonomik durumudur. Tarihin ve tecrübenin süzgecinden arta kalan bu hakikat, bizim milli yaşantımızda ve milli tarihimizde, tamamen kendisini göstermiştir. Gerçekten de Türk tarihi incelenecek olursa, gerileme ve yıkılma nedenlerinin, ekonomik problemlerden başka bir şey olmadığı derhal anlaşılır."