‘Türkiyeli’ basını çırak çıkardı
Tevazunun bu kadarı da fazla
vallahi...
“Türk yazılı basınında ilk röportajını Milliyet’e verdi” diye anons etmiş Aslı Aydıntaşbaş ABD Büyükelçisi Ricciardone’yle “Ankara’daki görkemli rezidansta” yaptığı söyleşiyi.
Oysa çoğu kimsenin şüphesi yoktur ki, “Ricciardone’nin seçimi”ni etkileyen “asli” unsur Milliyet markasından ziyade Aslı’nın referansları olabilir.
***
Onlar kimler mi?
Aklıma ilk gelen David Phillips
mesela!..
Öyle ya, “işsiz” olduğu dönemde dahi Aslı’yı Washington’da “açılım meleği” olarak ağırlamamış mıydı?
Eee kızımız da hepten “tın tın”
değilmiş ki,
The Atlantic Council’de hazırlanan Ermeni ve Kürt raporlarının yeni kariyer basamakları olduğunu “çözdü”, atlaya-zıplaya çıkmakta tereddüt göstermedi değil mi?
Madem şimdi devir “vefa”nın İstanbul’da bir semt adından fazlası olduğunu gösterme; hani bir nevi gönüllü turizm elçiliği devri... Aslı, bunu yeni ABD Büyükelçisi’nden esirger mi?
Esirgememiş.
Çok çalışmış, hayli hazırlanmış, uğraşmış, didinmiş...
Türkler’in ABD karşıtlığını dışarı süpürmek için ABD’nin kendisine açtığı kapıları kullanmayi denemiş...
Ama aşağılık kompleksinin tavan yaptığı anlarla, Ricciardone’yi yüceltmekte kriko gibi kullandığı kalemi engellemiş bu ulvi hedefine erişmesini.
***
Ricciardone bile, -hadi zekasıyla alay etmiş demeyelim de- sağlamca bir “boy ölçüsü” tutuşturmuş aslında hanımefendinin eline...
Bir Amerikan büyükelçisi kendisine yöneltilen ve Amerika’nın hazırladığı “Türkiye aleyhinde ifadelerle dolu rapor” la ilgili soruya, karşısındaki gazetecinin gözünün içine baka baka “Bu raporların kaynağı aslında sizlersiniz” diye cevap verirse; karşısındaki gazetecinin payına düşen “boy ölçüsü” değil midir sizce de?
Yüzünden aşağıya doğru kayışını izlemek bir maskenin...
Ne acıklı!
***
Basının daha ne gibi acıklı hallere düştüğünü de yine bizzat Aslı’nın yüzüne vuruyor Ricciardone.
“Basına baskı” meselesini sorduğunda, “Siz bu konuyu biz yabancılara soruyorsunuz. Ben yabancı bir elçiyim...” deyip, yakar topu ağzını iki karış açarak “bakalım bizi nasıl fırçalayacak” diye bekleyen “gözde”nin kucağına bırakmıyor mu!..
Kim demiş Ricciardone’ye “acemi” diye!
Baksanıza nasıl çırak çıkartmış en “usta” “sempatizanını” bile!
+++
‘Genç Osman’ korumalara karşı
Ankara Devlet Tiyatroları’nda oynanan ‘Genç Osman’ adlı oyunu izlemeye giden Sümeyye Erdoğan’ın -ki Başbakan’ın kerimeleri olur kendileri- oyuncuların müstehcenlik içeren hareketler yaptığı ve kendisine hakaret ettikleri gerekçesiyle salonu terk etmesiyle ilgili e-postalar sel olmuş yağarken en çok sorulan soruları iletmek boynumuzun borcu:
1. Hadi Sümeyye çekti gitti, ya ondan sonra salonu boşaltan 150 polise ne demeli? Bir tiyatro eserinin izlenilebilirliğini belirleyen yeni ölçü Başbakan’ın kızının içeriğe “tahammül” edip etmediği mi?
2. Hadi Sümeyye çekti gitti, ya ondan sonra salona koşan “Başbakanlık korumaları”na ne demeli? Erdoğan’ın etrafında görevlendirilen polisler akademide “dramaturji ve tiyatro eleştirmenliği” dersi mi alıyor ki “Genç Osman”ı inceleyip üstlerine “rapor” edebilsinler?
+++
Aykaç’ın vefatı Van’ı yasa boğdu
Yaklaşık beş aydan beri Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı tedavisi gören gazeteci Aziz Aykaç önceki gece vefat etti. Bir dönem Hürriyet Haber Ajansı’nda da çalışan ve Van’ın tanınmış simalarından olan Aykaç, Türkçe, Kürtçe, İngilizce ve Farsça çıkardığı Van Times gazetesiyle ülke genelinde adından söz ettirmişti. Van’da yayın yapan 2 yerel gazetenin sahibi olan Aykaç, dün Kırmızıtaş Camii’nde kılınan ve Van Valisi Münir Karaloğlu, Emniyet Müdürü Mustafa Uçkan ile çok sayıda meslektaşının da katıldığı cenaze namazı sonrası Akköprü Mezarlığı’nda toprağa verildi.
Aziz Aykaç
+++
Anadolu’yu size vermeyeceğiz...
Dört bir yandan kervanlar yola çıktı...
İlk kervan Artvin’den, ikinci kervan Hasankeyf’ten, üçüncü kervan Sarıkeçililer develeri ile Orta Toroslar’dan..
Dördüncü kervan süslenmiş at arabaları ile Bodrum’dan...
Güney Ege kervanı İzmir’den...
Kuzey Ege kervanı Edremit’ten...
Trakya kervanı Edirne’den...
***
Yurdun dört bir yanından insanlar, kervanlar oluşturarak Ankara’ya yürümeye başladılar...
40 gün, 40 gece yol alacaklar...
Bu büyük yürüyüşün adı:
“Anadolu’yu vermeyeceğiz...”
***
İstedikleri şey:
Çalınan, yağmalanan, yok edilen yurt...
Madencilere satılan ormanlar...
Holdinglere peşkeş çekilen dereler...
Kurutulan sulak alanlar...
Nükleer enerji...
GDO’lu üretim...
2-B yağması...
***
Kadın, erkek, genç, yaşlı...
Yüzü yanık, ayakları su toplamış, gözleri uykusuz, yorgun insanlar...
Ama yürekleri, savundukları dağlar kadar büyük... Yurt sevgileri, geri istedikleri ırmaklar kadar coşkulu...
Duyguları, özlemini çektikleri hava kadar temiz...
Gerçek yurtseverler köy köy, kasaba kasaba, il il yürüyüşe geçtiler...
***
Çünkü...
Çünkü Anadolu’yu düşman alsaydı bu kadarını yapmazdı...
Karadeniz’in kurumuş derelerini, Ege’nin taşocaklarına dönmüş ormanlarını, Akdeniz’in beton yığını olmuş koylarını görseniz...
Ağlarsınız...
Hiçbir vicdansız bunu yapamaz...
***
İşte her sorumlu ve bilinçli insan gibi “ağlamaktan ve dövünmekten başka yapılacak bir şey var” diyen o yürekli insanlar onlar...
Yollara düştüler...
40 gün, 40 gece...
Ankara’ya yürüyorlar...
Vicdansızlığa, soyguna, hırsızlığa, yağmaya karşı aslında...
***
Önünüzden geçerken çiçek atın
onlara...
Üç adım olsun yanlarında olun...
Belki bir bardak su isterler...
Ama bu yurt bizim, mutlaka siz de haykırın:
“Anadolu’yu vermeyeceğiz.”
Bekir Coşkun / Cumhuriyet
+++
Yırtarım ben böyle yazıyı
(...) o dönem, İzmir Fuarı Açık Hava Tiyatrosu’nda oynuyoruz. Bir akşamüzeri müdürüm bana geldi. “Ağabey” dedi. “Konak’ta bir büfe var, büfenin içinde Turgut Özal.” Büfenin sahibi Özal’ın tıpatıp aynısı. (...) Çakma Özal ile konuşuyoruz. “Biz bu sezon İstanbul’da bir şov yapacağız. O gösterinin bir bölümünde seni de sahneye çıkarayım.”
İtirazı yok.
(...) “Çakma Özal” şovunu Özal bizzat seyretti. Nasıl gülüp eğlendiğini anlatamam.
Bu olay o gün değil de bugün yaşansa, söz ettiğimiz kişi Özal’ın değil de Erdoğan’ın benzeri olsa, bu proje sizce gerçekleşebilri miydi? Ne mümkün! Daha konu taslak halindeyken kendimizi Silivri temerküz kamplarında bulurduk. Bay Tayyip’in benzerini içeride öyle benzetirlerdi ki... Adam bir daha hiçbir şeye benzemezdi. Tabii ben de. Yok, yok. Ben şimdi düşündüm de... Bunu düşünmek bile suç. İyisi mi yazıyı okuduktan sonra
yırtıp atın, ortada delil kalmasın.
Eee, ne duruyorsunuz?
Levent Kırca / Aydınlık
+++
Hemencecik tatmin olan Taraf; ah Taraf
Önce “Şifre palavra, ÖSYM haklı” diye başlık atarak kesin hüküm verdiler.
Ardından şifre iddiasını sürdürenlerle kafa bulan “Bu şifre uymadı yenisini verelim” başlığını attılar.
Sonra ikna olmayanlara “Bir türlü tatmin olamıyorlar” diye yine manşetten laf soktular.
Ama sonunda geldikleri nokta şu oldu:
“Ünlü matematikçi Ali Nesin açıkladı: Şifre var. ÖSYM Başkanı istifa etmeli”.
Böylece...
Taraf Gazetesi, “hemencecik tatmin olanlar” kervanından, “bir türlü tatmin olamayanlar” kervanına geçmiş oldu.
Demek ki neymiş?
Şüphede aşırıya gitmek ne kadar zararlı ise şüphe duymamak da en az onun kadar zararlıymış.
Ahmet Hakan / Hürriyet
+++
İktidarın arkasında hizalanma mesleği
Gazetecinin görevi politikacılara hayatı dar etmektir.. Daha da ötesi zindan etmektir.. Attıkları her adımı izlemektir.. Nefesini enselerinde hissettirmektir..
Gazetecinin görevi tam da budur diyeceğim ama diyemiyorum.. Son yıllarda değiştirdiler.. Güçlünün gücünü kutsama.. Güçlünün gücünü yüceltme.. Güçlünün daha da güçlü hale gelmesini sağlama.. İktidarın arkasında hizalanma mesleği haline getirdiler..
Bunları yapmayanı da, statükoculukla, çağa ayak uydurmamakla suçluyorlar..
Mehmet Tezkan / Milliyet
+++
Ankara’da savcılık 12 Eylül darbecilerine soruşturma açtı. AKP yaşadı.. Askere cesurca dokunan parti imajı yeniden cilalanacak. Bu arada SOL sitesi şöyle bir başlık atmış:
“Madem yargılayacaksınız neden hemen tutuklamıyorsunuz?”
Öyle ya... Darbe yapanlar dışardayken darbe yapmayanların içerde olması garip kaçmaz mı? l Melih Aşık / Milliyet
+++
Zenginin horozu da yumurtlar
Eskiler ’zenginin horozu bile yumurtlar’ der, doğruymuş, İshak Alaton Efendi’nin yumurtlamalarına hep birlikte şahit olduk.
İshak Efendi buyuruyor ki Kürtler ayrılsın mı diye bir ’oylama’ yapalım.. İshak Efendi, dört beş yılda bir seçimler yapılıyor ve ’ayrılık’ isteyen partinin oy oranı yüzde beş ila yedi arasında, sizi tatmin etmeyen başka nedir?
İki, Kanada’nın Quebec örneği sık sık veriliyor. Sayın İshak Efendi, Quebec bir ’koloni’dir.. Yani ’batılı yerleşimcilerin siyasi sosyal kavgası’, karıştırmayın..
Üç, Abdullah Öcalan’ı Mandale ile kıyaslıyor.. Etnik kanlı çatışmayı bu gibi benzer yakıştırma anahtarlarıyla açamazsınız, dikkatli olun..
Dört, dil konusunda sık sık Belçika örneği veriliyor. Belçikaca diye bir dil yoktur, çünkü tampon devlettir, Fransa’ya yakın olanlar Fransız’a Hollanda’ya yakın olanlar Hollandaca’ya yakın konuşur, zamanında Thatcher ziyaret edip iki ayrı dilde eğitim verilen okulları görünce: Siz deli misiniz?
Demişti..
Kurduğunuz birkaç cümlede kullandığınız kavram ve kelimeler işte bunlar. Ancak bugün medyamıza bakınca konuşmanız çok cesurca bulunmuş.. Hani magazin sayfalarında mankenler soyundukça ’kışkırtıcı, çok cesur pozlar’ diye bir dil kullanılır..
(...) Evet, ’etnik tartışma’ yağlı bir maldır, mesela etnik tartışmaya taraf değilseniz NTV’de sizi kimse konuşturmaz ve ’etnik meseleyi’ her gün kaleme almazsanız sizi ’ırkçı, faşist’ yaparlar.
Şöyle bir bakının Türkiye’nin şöhretli kalemleri ve işadamlarına, baş köşelere kimler oturtulmuş, edebiyatçısından siyasetçisine yazarına, durmaksızın ’etnik tartışmayı’ bu ülkeye dayatanlar..
Keşke yumurtalarınızın bir tek tanesinin içinde ’sarısı’ da olsa biz de ciddiye alsak, yeter be, bu ne iştah, kan gördükçe ekmek bandırmaktan usanmadınız..
Nihat Genç / Odatv.com
+++
İshak Alaton isimli kişi zırvalama yarışına katıldı:
“Öcalan’a ev hapsi olsun.”
Bunları kim konuşturuyor?
Bunlar boşuna mı konuşuyor?
Asla!..
Kürtçülük açılımını(!) başlatan AKP’dir. Ancak iş artık AKP’yi de çoktan aştı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin bölünmez bütünlüğüne dokunmaya başladı.
Emin Çölaşan / Sözcü