Türkiye'den gitmek mi?
Bekir Coşkun’un “Gül benim cumhurbaşkanım olamaz” sözlerine Başbakan “o zaman Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından çıkmalı” cevabı hâlâ gündemi meşgul etmeye devam ediyor. Dış dünyada Türkiye aleyhine gelişmeler alabildiğine hız kazanmışken Bekir Coşkun gitmeli mi, kalmalı mı? tartışmaları, Türkiye’nin gündemini kapamış oldu. İşin ilginç yanı iktidar yanlısı medya kalemlerinin meslektaşlarını ülke dışına çıkmasını -sürçü lisan türünden dahi olsa- söyleyen Başbakana verdikleri destektir. Karşıt görüş ileri sürenler de Bekir Coşkun’un halka yakıştırdığı “göbeğini kaşıyan adam” türünden garip ve küçümser ifadeleri görmezlikten gelmeleri de ilginçtir.
Türkiye’de insanları yurt dışına gitmeye davet etmek gelenek halini almıştır. Komünistler “Moskova’ya”, türbanlılara “dışarıya” ya da “Suudi Arabistan” a vb.. çağrıları hep yapılmıştır. Şimdi bir düşünün adam komünist, bu sözleri ciddiye aldı ve 1970’lerde Moskova’ya gitti. Pekiyi şimdi orada da komünist kalmadı. Adam oradan nereye gitsin? Pekin’e mi? Pekin’deki de doğru dürüst komünist bir rejim değil ki!
Beğenmiyorsa “beğendiği yere gitsin”, “sevmiyorsa sevdiğine gitsin” söylemleri demokratik ve diplomatik söylemler değildir.
Türkiye açısından durum daha da farklıdır. Burası Türkiye neyin, ne zaman ve nasıl olacağı hiç belli olmaz. Bakarsınız oraya buraya gitmesi için yön belirlediğiniz insanlar bir anda iktidar olmuş. O zaman gitme sırası size gelmiş olmaz mı?
Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının, iktidara beğenmediği biri gelmesi halinde ilk işleri kendilerine bir yer aramak mı olmalıdır?
Kaldı ki Demirel’i beğenmemek İran, Evren’i benimsememek Avrupa, Özal’ı benimsememek Pakistan, Gül’ü sindirememek Japonya kapılarını insana açmıyor ki? Adamın vatanı, mezarı, beğendikleri ya da beğenmedikleri hep burada, nereye gitsin?
Kuşkusuz bir ülkenin başındakiler o ülkeyi belirli bir süre temsil ederler. Birilerinin ülkeyi temsil etmeleri farklı bir şey, insanların temsilcilerini sevmek zorunda kalması ise daha farklı bir şeydir. Demokrasiler bireylere kendilerini temsil edenleri değiştirmek hakkını bunun için verirler.
Kişiler neyi, ne kadar temsil ederlerse etsinler onları sevmek ve beğenmek mecburiyeti yoktur. Saygı göstermek ise ayrı bir konudur. Ancak beğenmemek ya da sevmek başka bir şey, saygı göstermek ise daha başka bir şeydir.
Bir ülkede insanlar her beğenmediği Başbakan ve Cumhurbaşkanı söz konusu olunca ülkeyi terk etmeye ya da vatandaşlıktan çıkmaya davet edilirse o ülke vatandaşların değil tiranların, oligarkların ülkesi haline gelir.
Çeşitli ülkelerde de benzer tavırlar ortaya koyan yöneticiler olmuştur. Ancak onlar iktidardakileri beğenip beğenmemeyi ülkeyi terk etmek nedeni olarak hiçbir zaman görmemişlerdir. Orada vatandaş bakımından sorun; vatanı sevip sevmemek ya da millet uğruna bir şeyler yapmaya hazır olup olmamak noktasında ele alınmıştır.
Roosevelt “Bir ülkede yüzde elli bağlılık olamaz. Bir kişi ya Amerikalıdır ya da değildir”, derken ülkeye bağlılıktan söz etmiştir, kendisinden değil. Atatürk de “Konu Vatan ise gerisi teferruattır!” ı bunun için der. Cumhurbaşkanlığına Demirel gelir, Özal gider, Sezer gider, Gül gelir. Gül gider bir başkası gelir. Vatan olduğu yerde durur. Asıl olan ülkedir, vatandır.
Eğer birileri “Vatan demek ben demek!” diyorlarsa o zaman orada rejim sorunu var demektir. Kendisi ile vatanı ve ülkeyi özdeşleştiren rejimler krallık, komünizm ve faşizm olabilir ama demokrasi olamaz.