Türkiye'de hukukçu var mıdır?
İktidar yanlısı gazete ve televizyonlar, mahkemelerde henüz görülmekte olan davalarla ilgili bilgi, belge ve iddiaları pervasızca yayınlıyorlar. Görülmekte olan davalarla ilgili iddia, iftira, itham, abartı ve yorumları birbirine karıştırıyorlar. Kısacası Türkiye’de davalar mahkemelerden önce medyada görülüyor.
Diğer yandan Yargıtay dava dosyasını mahkemeden defaetle istiyor, mahkeme dava dosyasını göndermiyor. Erzurum’daki mahkemenin, dosyayı göndermemesi üzerine Yargıtay, CD’ler üzerinden karar veriyor. “Neresinden tutsanız elinizde kalacak” denecek türden bir hukuki durum.
Silivri’deki yargılamalar sırasında Mahkeme heyetinin birisi sanıkların bir kısmını serbest bırakıyor. Diğer bir mahkeme heyeti verilen bu kararı iptal ederek serbest bırakılmış olanları tekrar tutukluyor. Daha sonra yine bir başka mahkeme heyeti tutuklananları serbest bırakıyor.
Anayasa Mahkemesi raportörlüğünü yapmış olan bir zat, Anayasa Mahkemesinin görülmekte olan bir davada “içeriğe” girerse hükümetin bunu yok sayması gerektiğini söylüyor. Yani raportör, raportörlüğünü yaptığı mahkemenin görev alanı dışına çıkabileceğini, yasaları çiğneyebileceğini düşünüyor.
Bir mahkeme kararına “adalet yerini buldu” diyenler de “adaletin yüzkarası” olduğunu söyleyenler de var. Yargı adeta yargı olmaktan çıkmış durumdadır. Nitekim artık Türkiye’de çadırlarda kurulan mahkemelerden, teröristlerin ayağına gönderilen devletten söz edilir olmuştur.
“Ana Muhalefet Mahkemesi”!
Prof. Dr. Mehmet Haberal’i tutuklayan 9 Ergenekon hâkiminin tazminat ödemesine ilişkin Yargıtay kararına ilişkin olarak Başbakan Erdoğan, “Hakkında karar kesinleşmemiş ve yargı süreci devam ederken, Anayasa’yı çiğneyerek böyle bir kararı verme yetkisini üst mahkeme kendisinde nereden buluyor?” diye sorarak, “Yargının o kararla güvenirliği adeta bitirmiştir” diyor. “Yargı bitmiştir” diyen bu ülkenin Başbakanı’dır.
İnsanlar soyut, genel ve subjektif suçlamalarla senelerce içeride tutulabiliyor. Onların adalete ihtiyacı olduğunu hiç kimse düşünmüyor. Malum cenah olanı biteni “büyük davalarda küçük haksızlıklar olur” mantığı içinde ele alıyor.
Başbakanın bizzat kendisi Anayasa Mahkemesini, “Ana Muhalefet Mahkemesi” olarak nitelendiriyor. Böylece Başbakanın bizzat kendisi ülkenin yargısını güvenilmez ve taraflı olmakla suçlamış oluyor.
Medyaya düşen ses kayıtları, gizli tanıkların hangi yönlendirmelerle nasıl ifade verdiklerine yönelik beyanları, makam pazarlıkları gibi akla gelen ve gelmeyen bir çok olay durumun vahim ötesi olduğunu ortaya koyuyor.
Kurumlara olan güven bizzat kurumların başındaki yetkililer tarafından yok ediliyor. Adalet duygusu, hukuk algısı bizzat adalet dağıtmakla görevli olanlarca tahrip ediliyor.
Yargısı, hukuku, adaleti bu kadar çok tartışılan bir ülkenin insanları geleceğinden emin olamazlar. Siyasallaşmış, güvensiz hale getirilmiş ve klikleştirilmiş bir yargı Türkiye’ye yapılmış en büyük kötülük demektir.
Bir kez daha hatırlatalım ki hukuka ve adalete herkesin ihtiyacı vardır. İnsanların her türlü yoksunluğu tolera etmesi mümkündür ama hakkaniyetsizliğe tahammül etmeleri mümkün değildir.
Türkiye, imparatorluk bakiyesi olan bir ülkedir. Hukuku da vardır, oturmuş teamülleri de. Ancak hukuk kurallarının olması sorunu çözmüyor. Önemli olan o kuralları uygulamaya sokacak hukukçunun olup olmadığıdır. Size göre Türkiye’de hukukçu var mıdır?