Türkiye yeniden uzun dönemli enflasyon sürecine girdi
2001 krizinde IMF geldi, Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı yaptı. MB, faizleri reel faiz seviyesinde tuttu ve enflasyon hızla geriledi.
2001 krizinden sonra 2002’de TÜFE 29,7 oldu. MB aynı yıl faizleri yüzde 51’de tuttuğu için, ertesi sene 2003 sonunda TÜFE 13,9’a geriledi.
2018 kur şokunda, Ekim ayında TÜFE yüzde 25,24 oldu. MB faizleri yüzde 24’e çıkardı, 11 ay sonra 2019 Eylül ayında TÜFE yüzde 9,26’ya geriledi.
Bu günkü hükûmeti kendi geçmişine bakmaktan alıkoyan daha güçlü beklenti ne olabilir? Neden eksi faiz ile enflasyonu sürdürmekte ısrar ediyor?
Merkez Bankası Başkanı üç yıl daha enflasyonla yaşayacağımızı söylüyor. “Dezenflasyon sürecinin 2024'ün ikinci yarısında başlamasını bekliyoruz.” diyor.
MB eğer faizleri reel faiz seviyesine çıkarırsa, ekonomi yönetimi de istikrar programı ve IMF ile iş birliği yaparsa, enflasyon altı ayda düzelir. Üç yıl neden bekleyelim?
Ama bunları siyasi iktidar yapamaz, çünkü iktidarın devamı, yerel seçimleri kazanması; popülist harcamalara ve kamu bankalarının dağıttığı ucuz kredilere bağlıdır. Hâl böyle iken bir Merkez Bankası Başkanı neden buna alet olur?
Üç sene daha devam edecek bir enflasyondan sonra, ekonomi kalır mı? İstikrar sorunu varken yerli ve yabancı sermaye yatırım yapmaz. Sermaye yurt dışına çıkar. Üretimde daralma olur. Sonrasında yeni seçim ve aynı popülizm ve enflasyon devam eder.
Türkiye 1977-2001 arasında yüksek enflasyon yaşadı. Bu nedenle 1977 öncesinde fert başına Millî gelirde daha iyi olduğumuz Güney Amerika, Yunanistan, Şili gibi ülkelerden daha geride kaldık.
Şimdi Türkiye ikinci bir uzun enflasyon sürecine dayanamaz. Çünkü 2000 öncesinde olmayan yeni sorunlar ortaya çıktı. Başta ekonomik altyapı kalmadı. Demokrasi, hukukun üstünlüğünde düşüş ve güven sorunu yaşıyoruz. Dış açıklar ve dış borçlar arttı. Dünyanın halen en kırılgan ülkesiyiz.
Öte yandan; enflasyonun maliyetini tüm toplum çeker. Ama bugünkü TÜFE hesabına göre, enflasyonun çalışanlar üstündeki tahribatı daha da ağırdır. Bunun nedeni gıda ve konut giderlerinde fiyat artışının daha yüksek olmasıdır.
Söz gelimi Ekim ayında;
TÜİK verilerine göre; yıllık TÜFE oranı yüzde 61,36 ve fakat yıllık gıda enflasyonu daha yüksek yüzde 71,99’dur.
TÜİK, TÜFE harcama sepeti içinde gıdanın payını yüzde 25,43 olarak alıyor. Bu durumda gıda fiyatlarının TÜFE’ye etkisi 18,31 puandır.
Gerçekte ise maaş ve ücret alanların harcama sepeti içinde gıdanın payı yüzde 40’tır. Bu şartlarda gıda fiyatlarının enflasyona etkisi daha yüksek 28,80 puandır.
*Endeksi yeniden oluşturursak, Ekim 2023, mutfak enflasyonu dediğimiz enflasyon oranı yüzde 71,85 oluyor.
*Zaten, İTO’nun açıkladığı Ekim geçinme endeksi de aynı seviyede yüzde 72,43’tür.
Bu durumda Ekim ayında Hükûmetin ücret ve maaş düzeltmesinde kullanması gereken enflasyon oranı yüzde 71,85 olmalıdır. Ücret ve maaş düzletmesi, TÜFE’ye göre 61,36 üstünden yapılırsa, işçi ve memurun hakkı yenmiş demektir.
Doğrusu; TÜİK’in çalışanların harcama sepetini ayrı hesaplaması, gıda ve konut giderleri payını dikkate alarak yeni bir “Geçinme endeksi” düzenlemesidir.
Hükûmet bunu da yapmıyor. Çünkü maaş ve ücretlere TÜFE’nin birkaç puan üstünde düzletme yaptığında, ben yaptım diyor. Eğer geçinme endeksine göre düzeltme yaparsa ben yaptım popülizmi elinden gider.
Hükûmet; ücret ve maaş düzeltmesinin doğru yapılmadığında, bu yanlışın enflasyon olarak döneceğinin farkında değil. Oysa ki;
*Memura geçinme endeksinin altında maaş verirsen, bütçe açığı azalır ve fakat devlet çarkı yavaşlar, hizmet üretimi düşer ve kamuda hizmet maliyetleri ve rüşvet artar. Bu da yeniden enflasyona yansır.
*İşçiye düşük ücret verirsen, iş verimliliği düşer, birim maliyetler artar. Maliyet artışı tekrar fiyatlara yansır.
Siyasi iktidarın politika anlayışı, günü kurtarma ve algı yaratma üstüne olduğu için, bu kadar rasyonel politikalara gidemez. Gitmezse de enflasyon ve tahribatı uzun süre devam eder.