Türkiye bölünmeden!
İslâm’dan da vazgeçemeyiz, Atatürk’ten de..
Hatta Atatürk dedikten sonra ardından İslâm’ı yahut İslâm dedikten sonra peşi sıra Atatürk’ü anmak zorunda kalışımız beni çok üzüyor, bunun iki sebebi var. Türkiye, “Atatürk İslâm’dan uzaktı” diye düşünen “Atatürkçüler” ve “Atatürk İslâm düşmanıydı” diyen “Atatürk düşmanları” olmak üzere iki tür insanlar kümesi âdeta..
Farkında mısınız, iki taraf da aslında aynı şeyi söylüyor amma biri bunu söylerken “Atatürk’ü sevdiğini” ve onun eserlerini “gericilere karşı koruduğunu” sanıyor. Öteki bunu söylerken “Atatürk’ü sevmediğini” açıkça söylüyor ve bunu “İslâm’a hizmet” zannediyor.
“Atatürk İslâm’dan uzaktı” diyerek Atatürk’ü sevdiğini sananlar aslında Atatürk’ü “İslâm karşıtlığı” iddiası ile sevmeyenlerin değirmenine su taşıyarak Atatürk’e; “Atatürk İslâm düşmanı idi” diyerek O’nun kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’ne diş gıcırdatanlar da, devleti yıpratıp milleti ayrıştırarak Haçlı Emperyalizm karşısında mazlumların ve İslâm’ın en sağlam ipi olan bir kaleyi içten çürüterek İslâm dinine en büyük kötülüğü yapıyorlar da, iki taraf da bunun farkında değil; biz ise anlatmakta zorlanıyoruz. Başbakan’ın, “Yozgat’taki anne ile Hakkâri’deki anne ölen oğullarının ardından aynı duayı ediyor, aynı Fatiha’yı aynı Yasin’i okuyorlarsa bu işte bir yanlışlık var” deyişine ilgi göstermiş ve iki de örnek vermiştik. Bu yazımız lehte ve aleyhte olmak üzere bir hayli tepki aldı.
Şaşırmadık.
Çünkü yazarken nelerin olabileceğini tahmin etmiştik. Aynı gün aynı konuyu Hürriyet’ten M. Y. Yılmaz da işledi ve “Açılım ‘ortak din’ ise işe yaramaz” diyerek, başbakanı yüzlerce yıllık geride kalmış fikirlere bel bağlamakla suçladı. Hürriyet yazarı Yılmaz aynı yazısında, “Din, etnik grupları birleştirecek bir tutkal olabilseydi, bu kadar değişik milli devlet ortaya çıkmazdı” görüşünü de savundu. Bizi bilen bilir, hiçbir şeyi toptan ret ve kabul etmeyiz. Her fikrin doğu, yanlış ve eksik tarafları vardır.
Evet, din yeterli tutkal olsaydı bu kadar dünyada bu kadar milli devlet olmazdı. Amma biz Türkiye’den bahsediyoruz. Bu Türkiye, adı Türkiye Cumhuriyeti olan 800 bin kilometrekareye yakın bir vatan üstünde yaşayan ve etnik köken olarak Türk ve Kürt ağırlıklı bir devlet. Bu devlet bugün bir çözülmenin eşiğine gelmiş dayanmış durumda. Kim ne derse desin, gidişat ya parçalanma, ya iç savaş, ya çok daha kan ve gözyaşı ve bu “çok daha kan ve gözyaşından sonra” yine de perçinlenemeyecek bir bütünlük endişesi ortaya koyuyor.
İşte burada İslâm’ın bütün âyet ve hadislerinde ortaya koyduğu “Kardeşlik” önem kazanıyor. Üstelik biz bu “kardeşlikle” kelimenin tam anlamıyla 72,5 milletten insan ve 20 küsur milyon kilometrekarelik bir coğrafyada yüzlerce yıl birlikte yaşama başarısını ispat etmiş bir toplumuz amma “İslâm”ı devre dışı bırakarak yaşatmaya çalıştığımız mevcut devletimiz daha çiçeği burnunda iken bakınız ne noktalara gelmiş. Sakın ola ki, tek tutkalın “İslâm” olduğunu söylediğim zannına düşülmesin. Amma söz konusu olan Doğu ve Güneydoğu olduğunda emin olun ki PKK’nın önündeki engel, İslâm’dır.
Biz biliyoruz ki bölge insanı dinine önem veriyor. İyi de ediyor. Şayet bölge insanı ırkını dininin önünde tutsaydı yahut PKK ateist ve kızıl bir ideoloji ile değil de İslâm’ı esas alan bir çözme ve kopma-koparma stratejisi ile yola çıksaydı bugün Türkiye, mevcut halinden çok daha büyük bir sıkıntı içersinde olurdu, bunu kabul etmek lâzım.. Bugünlük son söz:
“Biz Atatürkçü ve laik’iz” diyenler başörtüsü ve İslâm’a ait olan her adım ve değere “devrimler elden gidiyor” diye karşı çıktıkça bilsinler ki kaybeden devrimler olur ve “Müslüman’ız elhamdülillah” diyerek bu toprakları Haçlı emperyalistlerden temizleyen ve zamanının İslâm âlemi tarafından İslam’ın kılıcı (Seyfu’l-İslâm) ve İslâm’ın Aslanı (Esedü’l-İslâm) olarak vasıflandırılan Atatürk’e cephe alanlar da bilsinler ki yaptıkları İslâm’a hizmet değil, olsa olsa “İslâm’a ihanet”tir.
Yarın (nasipse) örneklerle devam edeceğiz.