TÜRK'e öz yurdunda sansür
Adı “Türk” olan medya, ‘atayurttan anayurda’ akın eden Türk dünyası çocuklarının, onbinleri biraraya getirdikleri etkinlikleri görmezden gelerek Atatürk’ün emanetine yine hıyanet etti
“Türk Birliği’nin bir gün hakikat olacağına inancım vardır. Ben görmesem bile gözlerimi, dünyaya onun rüyaları içinde kapayacağım. Türk Birliği’ne inanıyorum. Onu görüyorum. Yarının tarihi yeni fasıllarını Türk Birliği’ne açacak. Güneş ne demek, ufuk ne demek o zaman görülecek.”
M. Kemal Atatürk
İstanbul’da hava kurşuni... Kasvet maskesini takmış boğaz... Minarelerin etrafı bulut bulut... Ama ne gam; günlerdir ‘ay yüzlü’ çocuklar parlıyor bu şehrin gecelerinde. Çekik ‘badem gözleri’ndeki sıcaklık aman vermiyor iklime. Kopuzla, balabanla, yatagunla, kemençeyle şahlanıyor umut. Sürgünlerden, işkencelerden, katliam, soykırımlardan geçip gelmiş yüzleri öyle güleç ki, bu halleriyle bile bizdenler işte... Tarihin bütün ayak oyunlarına rağmen dik ve hür. Kim inanır, göç yollarından döndüklerine, uzaklardan geldiklerine.
Esareti delip geldiler
Oysa;
Soyvetler Birliği’nde yıllarca esaret altında yaşadıktan sonra, değiştirilen alfabelerine, yasaklanan dillerine, devşirilmek istenen yeteneklerine, dönüştürülen isimlerine rağmen Türk kalarak; Azerbaycan, Özbekistan, Kazakistan, Türkmenistan, Kırgızistan, Tacikistan’dan geldiler... Orta Asya Türk Devletleri’nin gözlerini bağımsızlığa açan ilk neslinin temsilcileriydiler...
Devleti hala yıkık olanlar da vardı, vatanı işgal altında olanlar da...
Hala esir, hala sürgünde, hala zulüm altındaydı bir kısmı...
Bir kısmı gurbette...
Sürgün çocukları
‘Neresinde bir Türk varsa yeryüzü küresinin’ işte oralardan geldiler;
Nüfusunun yüzde 10’u Türkçe konuşan, işgal altındaki Afganistan’dan...
Yetmiş yılda üç ayrı sürgünü yaşayan Ahıska’dan...
Tarihçilerin ifadesiyle “Türk mezbahası” haline gelen Balkanlar’dan...
Şehirlerin yakıldığı,Türk’lerin mal ve mülklerinin yağmalandığı Batı Trakya’dan...
Gökoğuz’dan, Makedonya’dan...
Sıplar ve Arnavutlar’ın katliam coğrafyası Kosova’dan, her türlü işkenceye uğrayan Sancak’tan...
Etnik temizlik tarihinin yeniden yazıldığı Türkistan’dan...
Hazar, Karay, Mişer, Sibirya, Yakutistan, Polonya’dan...
Kimi varlığı, kimi selamı, kimi ruhu ile geldi İstanbul’a...
Türk Dünyası’ndan 500 çocuk ve öğretmenleri ve onlara eşlik eden Türkiye’nin çocukları... Pazartesi günü Kadıköy’de açtılar, çiçek çiçek... Salı günü Ali Sami Yen’de... Dün gece Cemal Reşit Rey’de... Binlere, onbinlere söylediler şiirlerini, şarkılarını...
Basın yok saydı
O çocuklar size de birşeyler söylediler biliyor musunuz?
Sabah’ı, Hürriyet’i, Milliyet’i, Türkiye’yi, Star’ı, Bugün’ü, Vakit’i, Vatan’ı, Akşam’ı, Birgün’ü... adını sayamadığımız ama bu ülkenin yaygın yazılı basınını oluşturan tüm diğer yayın organlarını okuyorsanız maalesef bilmiyorsunuz.
Onlarca gazete taradık dün sabah. Yeniçağ ve Ortadoğu dışında bir tanesinde dahi adı yoktu bu çocukların.
Ne adı, ne fotoğrafı...
Hadi “bir millet, iki devlet” lafına dahi tahammülü olmayan, hadi “Türk Dünyası”nı sömürge bir Türkiye yaratmak yolunda engel sayan, hadi yeraltı ve yerüstü kaynaklarıyla “dünyanın yarını”na hükmedecek o coğrafyayı renkli devrimlerle devşirmeye çalışan ABD’nin ekmeğine yağ sürmek için olmadık “sırtımızda kambur”, “ayağımızda bağ” hikayesi anlatan işbirlikçi, mandacı, haysiyet, şeref, onur ve ahlak yoksunu mankurtları sorgulamaktan vazgeçtik diyelim...
Turan’ın Başbuğ’u
Ya kendini “Atatürkçü” diye tanımlayan basın;
Bilmezler mi ki Atatürk, ‘Turancılar’ın başbuğu’ olarak şu tarihi görevi yüklemiştir omuzlarına:
“Bugün Sovyetler Birliği, dostumuzdur; komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacağını kimse bu günden kestiremez.(...) Bugün elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir. İşte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir... Bizim bu dostumuzun idaresinde dili bir, inanci bir özü bir kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak yalnız o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak lazımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır. Manevi köprüleri sağlam tutarak. Dil bir köprüdür... İnanç bir köprüdür... Tarih bir köprüdür... Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimizin içinde bütünleşmeliyiz. Onların (Dış Türklerin) bize yaklaşmasını beklememeliyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gereklidir... ”
Ya kendini “Müslüman” olarak tanımlayan basın;
Bilmezler mi ki bu çocuklar minareleri yıkılırken, ezanları sustutulurken, camileri basılır, alınları secdedeyken kurşuna dizilirken, analarının karınları deşilir, bacıları tecavüze uğrarken dininden vazgeçmeyen insanların topraklarından geldiler...
Şölenin temelleri
Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı üyeleri Azerbaycan’a gittiğinde sene 1989’du. Henüz Sovyetler Birliği dağılmamış ve Türk cumhuriyetleri kurulmamıştı. Buna rağmen Türkiye’den giden kafileyi havaalanında milli kıyafetli ekipler hasret dövizleri açarak karşıladılar. Vakfın sonraki dönemde attığı her adım, o gün esaret altındaki Türkler’in gösterdiği coşkuya karşı Türkiye’nin borcunu ödeme çabasını temsil ediyordu.
Türk müziklerini derledi, Türk dünyasının efsanevi direnişlerini gerçekleştiren fikir önderlerini, liderlerini Türkiye’ye getirdiler, bizleri diğer bayraklarımız ile bizler için birer roman kahramanı olan kadınlarımız ve gençlerimiz ile tanıştırdılar.
Çocukları bırakmadı
Gün geldi onların birçoğu bağımsızlığına kavuştu... Bu faaliyetleri bakanlıklar, üniversiteler, diğer sivil toplum kuruluşları devraldı. Bir tek Türk Dünyası çocuklarıyla ilgili etkinliklerden vazgeçmedi TDAV. O çocukların bütün iktidar kavgalarından, siyasi çekişmelerden, kurumlararası rekabetten uzak, sadece “Türklük şuur ve gururuyla” yetişmelerinin gereğine inandı. Müfredatlarını, eğitim alacakları bölümleri uzun ve titiz çalışmalardan sonra belirledi. En büyük kriterleri Atatürk’ün kurulmasını öğütlediği “dil, tarih ve kültür” köprülerine uygunluktu.
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, bu köprüleri sağlamlaştırmak konusunda önemli bir ilham kaynağı oldu. Bu törenlere sadece Birleşmiş Milletler Üyesi ülkeler katılıyor dolayısıyla Tataristan, Çuvaşistan, Başkurdistan, Sibirya ve daha pek çok yerde yaşayan Türk çocukları Atatürk’ün armağanından mahrum kalıyordu. Türk Dünyası Çocuk Şöleni’nin temeli, işte bu “anayurdun kapısının dışında bırakılan” çocukların, 1995 yılında Türkiye’ye davet edilemesiyle atıldı. Ve o tarihten sonra her geçen “Çocuklar birbirlerini daha çok tanımaya, dolayısıyla dilde ve fikirde bir olduklarını öğrenmeye” başladılar. Bu bilgi onlarda “işde de birlik” oluşturabilecekleri şuurunu yarattı. Artık Türk dünyası çocuklarının ortak ülküleri ve onlara ulaşmak için yürüyecekleri milli bir yol haritaları vardı.
Dün gece Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda yüzlerce Türkçe konuşan çocuk vardı. Ama daha önemlisi onlar Türkçe düşünebiliyordu.
Haber atladılar
“Anayurt” ta elli gazetede tek sütuna iki satırlık habere bile layık görülmemişler ne gam; o çocuklar minik bedenlerine işkencenin tarihini yazdırarak ve yine de boyun eğmeden geldiler bugünlere.
Zor ya, dağdan, taştan, tahtadan, kağıttan sildiniz diyelim... Boyayı, mürekkebi kazıdınız diyelim... “Türkleri silinmekten kurtaracak olanın milliyet fikri” olduğunu ve “Türk’ün Türkleştikçe kuvvetleneceğini” herkesten iyi bilen bu çocukların yüreğinden nasıl söküp atacaksınız “Ne Mutlu Türk’üm diyene” sözünü...
Yok sayarak, görmezden gelerek mi?
Bu onlardan birşey eksiltmez...
Ama soyunuzdan, kanınızdan, mensup olduğunuz milletten, devletten, yaşadığınız vatan toprağından nefretinizi işinize bu derece yansıtmış olmak size gazetecilik adına çok şey kaybettirir. Zerre Türklük şuurunuz yoksa, Türk Dünyası’na zerre inanmıyor, Turan sözcüğü sizde 1944 sendromu yaratıyorsa dahi dünyanın dört yanından Türkiye’ye gelen yüzlerce çocuğun onbinlerce kişinin ortak olduğu etkinliklere imza atması haberdir...
Ve siz sırf kininizden, sırf kompleksinizden böylesine büyük bir haberi atladınız... Geçmiş ola...
Sahip oldukları Türklük şuuru ile yarınlarda da hep nüksedecek mütareke zihniyetinin bütün oyunlarını bozacak Türk Çocukları’na Ali Kınık’ın unutulmaz Turan Duası ile;
“Sensin derdi yaratan,derman olan,yine sen
Sensin Türk’ü yaratan, ayrı kılan,yine sen
Yüce dağlar birleşir, eğer ki sen “ol” desen
Dilersen kes hakkımı,ekmeğimden, suyumdan
Bu birlik, varlık demek, esirgeme soyumdan
Kapına durdum Tanrı’m
Yere diz vurdum Tanrı’m
Çek şu kızıl perdeyi,
Bir olsun yurdum Tanrı’m
Bir ferman buyur Tanrı’m
Dünyaya duyur Tanrı’m
Türk’ü Türk’e kavuştur,
Var,beni ayır Tanrı’m
Çünkü,o gün her ölen,
Sadece uyur Tanrı’m...”
Vatan ne Türkiye’dir Türklere, ne Türkistan Vatan, büyük ve müebbet bir ülkedir; TURAN!
Ziya Gökalp
++++++
“Biz Türk Birliği dedik, takdir medyanın...”
Dünkü final heyecanı ve yoğunluğunun arasında Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Başkanı Prof. Turan Yazgan ile kısa bir telefon konuşması yapma fırsatımız oldu. Gazetelerin tavrı bir iletişim eksikliğinden mi kaynaklanıyor merak ettim. “Bütün gazete ve televizyonlara isim isim ulaştık” dedi Yazgan. Etkinlikleri naklen yayınlayan TRT INT dışında Türk dünyası çocuklarına sadece Star Haber yer ayırmış. Yeniçağ ve Ortadoğu dışında bir de Önce Vatan Gazetesi’nde haber çıkmış. “Neden böyle oldu?” diye sordum. “Bizim ne söylediğimiz ortada “Türk Birliği, Türk Dünyası” diyoruz. Bütün etkinliklerde çocukların elinde Atatürk posterleri ve “Ne Mutlu Türk’üm diyene” dövizleri vardı takdir bugünkü medya ortamını yönetenlerin, yönlendirenlerin” dedi...
Eeee, geçen de dediğimiz gibi lafın tamamı deliye söylenir. Prof. Yazgan’ın bu sözlerinden sonra da takdir siz okuyucularımızın...
++++++
MİNİ YORUM
Zihin mayınları
Hıncal Uluç’un dün “Mayın” başlığı ile yazdığı yazı okunmaya değerdi. “Zihinlerdeki mayınları temizlemek ne demektir?..
Zihinde mayın nedir?.. Zihin mayını nasıl temizlenir?..
Onlar demokrat ben faşistim ya, öğrenmek için soruyorum..” dedi.
Zihin mayını diye bir şey var ve bizim mütarekeciler için Türklük sınırına döşenmiş anlaşılan. Uluç, olur da temizlemenin yöntemini öğrenirse, biz de faydalanmak isteriz...