"Türk tehlikesi devam ediyor!"
Bir okuyucu vatan, devlet ve din bahsinde duyduğumuz endişeleri yersiz görüyor olmalı ki, “Vehme gerek yok, kendimize güvenelim, yeter!” diyor. Oysa biz kendimize güveniyoruz; bizim güvenmediklerimiz, içimizde ve dışımızda, bizden olmayanlardır.
Bu hal vehim değil, milli ruhun uyanık olma halidir.
Ne demek istediğimizin anlaşılabilmesi için okurlarımızın bildiği bir iki örneği tekrarlamak isteriz.
Osmanlı’nın Viyana’yı kuşatmasından 5 yıl sonra, 1534 yılında Viyana’daki St. Stephen Katedrali’nde Osmanlı akıncılarının yaklaştığını görüp çan çalarak haber vermek için bir memuriyet ihdas edilir. Aradan yüzyıllar geçer, Osmanlı yıkılır; Türkiye Cumhuriyeti kurulur. İhdas edilen Türk tehlikesini haber verme memuriyeti ancak 1956 yılında, yani ihdasından 422 yıl sonra, “Artık Osmanlı tehlikesi kalmadığından, bu vazifenin lüzumu yoktur” kararı alınarak iptal edilir.
Türk korkusu Batı’da işte böyle bir şeydir.
Ve bu korku geçmiş değildir.
1918’lerde İngiliz Lordlar Kamarası’nda Çanakkale’de kimyasal silah kullanma meselesi tartışılmaktadır. Bunun bir insanlık suçu olduğu söylenince Çörçil, “Türkler insan değildir, bu yüzden kimyasal gaz kullanmamızda bir sakınca yoktur!” itirazında bulunur. Bugün bu görüşün değiştiğini mi sanıyorsunuz. Gazze’ye, Afganistan’a, Irak’a bakınız, Bosna’da olanları hatırlayınız. Çok daha beriye gelelim. Yunanistan tarih kitapları Türk milletine düşmanlık içeren, hatta “Türkler nasıl kesilir” başlıklı okuma parçaları ile doludur. Yunan entelektüellerinin, Yunan politikacılarının ve Yunan halkının ekseriyetine göre “Türk” , İstanbul başta olmak üzere bütün Anadolu ve Kıbrıs’ı yani Yunan topraklarını işgal etmiş barbar bir kavmin adıdır.
Vedat Yenerer, 2007’nin Şubat ayında Yunanistan’da çıkan Stohos(Sabah) gazetesinde yayımlanan bir bildiriyi haberleştirmişti. Yunan o bildiride, “Türkler, Moğollar, öleceksiniz, hepiniz. Bir akşam üzeri tanklarla İstanbul’a gireceğiz ve Ayasofya’nın önünde resmi geçit yapacağız. Başlar dik olacak, Türkiye Bizans olacak!” deniyordu...
Bu Yunan’ın generalleri değil miydi PKK’yı eğitenler?
Hadi, “Yunandır, ne yapsa yeridir” diyelim.
Peki, Birinci Cihan Harbi müttefikimiz Almanya’da yaşananlara ne diyelim. Hayır, dazlaklar ve Türklerin evlerinin kundaklanmasından bahsetmiyorum, Alman devlet adamlarının Türk düşmanlığından bahsediyorum
Meselâ İçişleri Bakanı Schaeubele’in 24 Eylül 2007’de Washington’da, Göç Yasası ile ilgili yaptığı bir konuşmadan. Alman Bakan bu yasanın Türkler için çıkartıldığını söyleyince konuşmayı yöneten Amerikalı, “Bu sözlerinizle Türklere karşı bir ayrımcılık yaptığınızı kabul ediyorsunuz” diyor.
Alman Bakan, “Hayır, bu ayrımcılık değildir” diyor ve devam ediyor:
“- Eşit şeylere eşit muamele yaparsınız. Farklı şeylere farklı davranırsınız. Bir Amerikalının bir Almanla evlenmesi ile bir Türkün bir Almanla evlenmesi birbirinden tamamen farklıdır. Bizim Türklerle problemimiz var. Aslında hemen her Avrupa ülkesinin Türklerle problemi var!”
Bu sözlerin yoruma ihtiyacı var mı?
Bugün bütün dünya İsrail vahşetine göz yumuyor, niye?
Bunun birinci sebebi öldürülenlerin Müslüman olması ise ikinci sebebi de Yahudilerin ülkeleri ve dünya meseleleri ile ilgili her konuya öteden beri yüksek bir millî şuurla yaklaşmaları, hazırlıklı olmalarıdır.
Bunun bir örneğini Zaman’da Beşir Ayvazoğlu, Uğur Derman Bey’in ağzından anlattı. Derman Bey’e de rahmetli A. Süheyl Ünver anlatmış.
Yıl 1958-59’dur.
Colombia Üniversitesi’nde harıl harıl Osmanlıca öğrenmeye çalışan bir Yahudi genci ile karşılaşan Süheyl Ünver ona bu ilgisinin sebebini sorar.
Aldığı cevap şudur:
“- Sizde bu dili ve kültürü bilen nesil artık gidiyor. Yakında kendi kültürünüzü öğrenmek, arşivlerinizdeki belgeleri okutmak için yabancı uzmanlar çağırmak zorunda kalacaksınız. Ben kendimi o günler için hazırlıyorum.”
İşte Türk’ün muhatapları..
Böylesine bir tehlike çemberinde yaşayan bir milletin duyduğu endişelere “vehim” demek “gaflet” değildir de nedir..