Türk ordusunda psikolojik kırılma
28 Şubat Davası’nda yargılanan ve 12 Nisan 2012 - 14 Haziran 2013 tarihleri arasında tutuklu bulunduğu Sincan F Tipi Cezaevi’nden çok sayıda mektup yollayan Emekli Albay Alican Türk, tahliyesinin ardından bu kez, muhtemel “Bak gördün mü? Dışarı çıkan herkes sus-pus oluyor...”, “Dışarı çıkan korkusundan etliye sütlüye artık karışmıyor, kendini unutturmaya çalışıyor” eleştirilerine karşı “Yok yok, öyle değil” demek için yazmış:
“Ne cezaevinde ne de cezaevinden çıktıktan sonra duruşumdan ve mücadele azmimden bir şeyler yitirdiysem yüzüme tükürülsün (...) Eğer cezaevinden, hapislerde yatmaktan, bir fare gibi içeri tıkılmaktan zerre kadar korkuyorsam alçağın ta kendisi olayım.(...) Ben; hak, hukuk, adaletle oynayarak beni ve benim gibi masum yüzlerce askeri içeri atan hâkimlerin, savcıların, hatta bütün bu gelişmelerin tam göbeğinde yer alan Başbakan’ın, Adalet Bakanı’nın ve diğer siyasilerin yerinde olmaktansa ömür boyu cezaevinde yatmaya dünden razıyım. Zira beni cezaevi değil, Tanrı’nın huzuruna kul hakkı ile gitmek, hak ve adaletle siyaseti birbirine karıştırmak, kendi bireysel çıkarlarım için birilerinin yaşamıyla oynamak korkutur. Hem de çok!...”
***
“28 Şubat Davası’nın Türkiye’de çok önemli gelişmelere gebe olduğunu, bu dava ile halka TSK konusunda anlatılan yalanların, hikâyelerin gerçek yüzünün ortaya çıkacağını, bütün diğer davaları birer rant kapısı olarak gören ve o amaçla iliğine kemiğine kadar sömürüp kullanan kesimlerin, bu kez baltayı taşa vurduklarını, bu davanın onlara bir getirisi değil, götürüsü olduğunu” ileri süren Türk “Davayı açtıklarına pişmanlar. Bu davanın uyuyan bir devi uyandıracağını geç de olsa anladılar.” diyor. Tam bu noktada da örtülü yahut aleni yandaşlaştırılmamış medyaya sesleniyor:
“Lütfen bu tarihî davayı, savunmaları yakından izleyin! Çok önemli bilgilere tanık olacaksınız. Yandaş medya her gün dava kapsamında yalan, dolan, iftira dolu onlarca haber üreterek yandaşlarının algılarını etkilemek için azami çabayı harcıyor. Toplumu doğru bilgilendirmek adına lütfen sizler de gelin, izleyin, katılın, ilgi gösterin!”
***
Türk mektubunun ekinde bir de makale göndermiş:
Tahliyesinden sonra yaşadığı diyaloglardan örnekler eşliğinde “Askerlerin duyarsızlığı küskünlüğünden mi?” sorusunun cevabını arıyor.
Öğrenciliğinden beri birlikte olduğu, ailecek çok yakın tanıştığı-görüştüğü ve fakat dava sürecinde bir gün olsun ne eşini ne de kendisini aramamış olan bir “dost(!)”unun cezaevinden çıktıktan üç ay sonra Türk’e yolladığı e-posta ibretlik gerçekten de:
“Sayın Alican TÜRK,
Lütfen kâbuslarımdan çıkar mısınız?
Nerede ne zaman karşıma çıkarak bana ne söyleyeceksen söyle, küfür mü edeceksin et, tükürecek misin tükür!.. Artık yeter! Her çarşıya indiğimde ” Karşılaşırsam ne diyeceğim? Bana nasıl davranacak? Beni anlayacak mı? Delikanlılık ve yiğitlik adına yapılmaması gereken her şeyi yapmış ben, senden neyi hak ediyorsam bekliyorum... ’
Alican Alb.’ı gördüm’ diyen herkese ‘bizim Çançincon’u mu?’ demekten anam ağladı...
Ne olacaksa olsun, bu ıstıraptan kurtulayım “diyerek dolaştığın bölgelerde olmaya gayret ediyorum. Elini çabuk tut!..”
“Dost(!)”unun “Madam ...” diye imzaladığı e-postadan sonra acı acı gülmüş Türk “Keşke insanlar kendilerini bu hale düşürmemiş olsalardı” diyor.
Keşke...
***
Yazısının sonunda “Bu millet için hiçbir şeye değmez” noktasına gelen askerlerin konuşmaları da var. “Bugüne kadar yeminimize sadık kalıp hiç bir fedakârlıktan kaçınmadık; gözümüzü kırpmadan şehit olduk, kolumuzu bacağımızı gözümüzü feda ettik, kuş uçmaz kervan geçmez dağ başlarında bitlendik; ailemizden çocuklarımızdan ayrı kaldık, sarılıp öpemedik, büyüdüklerini göremedik; yakınlarımız öldü, cenazelerine bile gidemedik... Ne için, ha?” diyenler... “Hani o uğrunda bin bir cefaya katlandığımız milletimiz nerede?” diyenler... “İyi oldu diye içten içe, hatta açıktan sevinenler, hatta alkışlayanlar bile var... Bu millet için artık parmağımı bile kımıldatmam!” diyenler...
Türk Ordusu’nda böyle “tehlikeli” bir psikolojik kırılma yaşanıyorsa, katılmamak mümkün mü Türk’ün son sözlerine:
“İnşallah korkularımda yanılıyorumdur ve inşallah bu millet bir daha askere muhtaç olmaz!..”
Prof. Dr. Turan Yazgan anılıyor...
Geçtiğimiz yıl 22 Kasım’da kaybettiğimiz Prof. Dr. Turan Yazgan, kurucusu ve vefatına kadar başkanı olduğu Türk Dünyası Araştırmalar Vakfı tarafından, ölümünün birinci yılı dolayısıyla, bugün saat 14.00’te İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Konferans Salonu’nda düzenlenecek törenle anılıyor. Turan Yazgan Belgesel Kitabı’nın tanıtılacağı ve Prof. Dr. Nevzat Atlığ himayesindeki Bakırköy Konservatuarı Türk Müziği Korosu’nun da bir konser vereceği törende Kırım Tatar Milli Meclisi Başkanı Mustafa Abdulcemil Kırımoğlu’na ’Turan Yazgan Ödülü’takdim edilecek. “Hoca”yı sevenler için “eserleri” aracılığıyla bir nebze de olsa hasret gidermek için bulunmaz fırsat...