Türk milliyetçiliğinin insan sevgisiyle imtihanı...
MHP'de Olağanüstü Kurultay tartışmaları sürerken, kutuplaşmalar, ayrışmalar, kardeşlik hukukuna zarar veren tutum ve davranışlar devam ediyor. Hele ki insanların ailelerinin bu meseleye karıştırılması kabul edilemez. Oysa siyaset sahasındaki bu çetin yolculukta herkesin aynı gemide olduğunu hatırlamak gerekiyor. Yıllardır Türk Milletinin teveccühünü kazanamayanlar, bu yolda açılan gönül dünyasını hayal kırıklığına uğratanlar, dün yaptıkları ya da yapmadıkları ile bu üzücü fotoğrafın parçası olanlar ve her şeyden önemlisi bu davaya karşılıksız gönül verenler... Temel kaynağımız "sen", "ben" değil Türk Milliyetçiliğinin ta kendisi ve onun vazgeçilmezi kabul ettiğimiz insan sevgisi olmalıdır.
***
Elbette ki konu buraya geldiğinde tarihçilerimiz pek çok örnek verebilirler... Ben sadece önemli bulduğum bir kesişme noktasını paylaşmak istiyorum. Türklüğün eski dönemlerinde egemenliğin sahibi İl'in meclisiydi. "İl (devlet) mi yaman bey mi yaman?" atasözü egemenliğin hükümdarda değil İl'de olduğunu gösterirdi. Savaş ve barış kararı gibi İl'in geleceğini etkileyen kararlar kurultayda alınır ve hatta bir başka İl ele geçirildiği zaman bile onların siyasal örgütü bozulmazdı. Çünkü temelinde insan sevgisi ve o insanın benliğine saygı vardı. Bugünkü siyasal sistemde ise "benden değilsen nefes alman bile yersiz..." yaklaşımı uygulanmakta. Kutadgu Bilig'e göre Türk'ün töresine hakim olan ilke ve değerler, adalet, eşitlik, faydalılık ve evrenselliktir. "İl gider töre kalır." şeklindeki yaklaşım o günkü millî iradeyi törenin koruması altına alırdı. Belki bugün çağrıştırdığı anlam çok daha keskin ama tarihsel dayanakları bakımından törenin herkes için uygulanabilirliği millî birliğin muhafazasında en etkili yöntem olarak kullanılırdı. İbrahim Kafesoğlu da bu konuda benzer bir düşünceyi öne çıkarmakta ve Türk'ün töresinin insan sevgisinde özgünleştiğini ve adalet, hürriyet, eşitlik prensipleriyle yoğrulduğunu ifade eder. Türk Milliyetçiliğinin tarihsel yolculuğunda en önemli durağımız olan Mustafa Kemal Atatürk 1931 yılında, "İnsanları mutlu edecek tek yol, onları birbirlerine yaklaştırarak, onlara birbirlerini sevdirerek, karşılıklı gereksinimlerini temine yarayan hareket ve enerjidir" diyerek millet sevgisinin onu oluşturan bireylere saygı ve sevgiden geçtiğini ortaya koymuştur. Sonraki Başbuğ Alparslan Türkeş ise 1964 yılında Atatürk'ün düşünce dünyasını anlatırken aslında Türk milliyetçiliğinin hayata bakış açısını özetlemiştir. Ona göre Türk Milliyetçiliği Türk'e aşk, bilimin önderliğine inanç ve insan sevgisi demektir. Ayrıca merhum Türkeş başucu eserlerimizden 9 Işık'ın kaynağının "insan sevgisi ve insan haysiyetine sonsuz saygı" olduğunun altını çizer.
***
Tüm bu yaklaşımlarla birlikte millî devlet inşasında insan topluluğunu millet olma konumuna taşıyan kolonların belki de en önemlisi birey hakları ve herkesin eşit durabildiği alt sistemin varlığıdır. Bugün sözde "özgürleşme" talebiyle Türk Milleti yerine Türkiyeli yaklaşımını ortaya koyanların belirli bir etnik kimlik ya da bir gruba aitliği öne çıkarması artık evrensel hukuk alanında da kabul görmeyen bir yaklaşım haline gelmiştir. Buna karşın Türk Milliyetçiliğinin siyasal ve sosyal planda konumlandığı yer, söz konusu milletin parçası olan her bireyin o milletin eşit üyelerinden birisi haline gelebilmesi idealidir. Bu yaklaşım bir yönüyle Rousseau'nun Toplum Sözleşmesi'nde ileri sürdüğü "egemenliğin kendi payına düşen parçasına sahip olmayı" anımsatır. Ancak Türk Milliyetçiliğinin insana ve birey haklarına dayalı zemini klasik meşruluk teorilerini aşarak milletin yaşadığı her alanda demokrasiyi işlevsel kılabilecek denge ve fren mekanizmalarını işaret eder.
Buradan anlaşılmaktadır ki Türk milliyetçiliği insan sevgisini ve önce Türk Milliyetçilerinin birbirini sevmesini salık verir. "Ben" için kurallar yapmayı değil "Biz" olmayı başarmak için tüm bireyleri hür ve onurlu kılacak bir sistem oluşturmayı işaret eder. Ancak maalesef Türk Milliyetçiliği perspektifinde bu ve benzeri hususları çözümleme adına fikirleri uyarlayabilme iddiası, çoğunlukla siyasal rekabet üzerinden ve "hainlik", "ajanlık" yaftalamaları ile uğurlandığı için fikir sisteminin özünü oluşturan değerler yeterince topluma sunulamamakta ve nesiller arası kültürel bütünleşme her fırsatta ötelenmektedir.