Türk ekonomisi için çıkış yolu (I)
2009 Kasım ayında, Plan-Bütçe Komisyonu'nda yaptığım bir konuşmayı özetleyerek sunuyorum. O günden bugüne ekonomik istikrar ve sürdürülemez dengeler daha çok bozuldu, buna karşılık alınması gereken önlemler azaldı ve hatta son üç yıldır ekonomi yönetiminde iki başlılık oluştu. Konuşmamın özeti:
Resesyon (bugün için durgunluk), işsizlik, dış borç, iç tasarruf açığı ve cari açık, hangi göstergeyi alırsanız alın, Türkiye G20'ler içinde ekonomik sorunları ağır yaşayan ve kırılganlığı en yüksek olan ülkedir.
Öte yandan sanayi üretiminin ara malı ve ham madde ithalatına bağımlı olması, toplam talepte durgunluk, iç tasarrufun düşmesi, yatırım hacminde gerilemeye bakarsak, ne yazık ki bu durgunluğu daha uzun süre yaşayacağız.
Hükümetin orta vadeli programlarında, vergi kaçağının azaltılması, büyümenin sağlanması gibi prototip niyetleri var. Ancak durgunluktan çıkışta iktisat ve maliye politikalarının hangi araçlarının nasıl kullanılacağı açık değildir.
Durgunluktan çıkış ve kalıcı istikrar için, yeni bir ''ulusal kalkınma için yapısal dönüşüm modeli'' hazırlamak gerekir.
Bu modelin etkinliği için her şeyden önce 1980'den beri askıya alınan (AKP iktidarında kaldırılan) planlamayı yeniden devreye sokmalıyız. Bu planlama, küresel süreçte ulusal politikaları koordine edecek ''dinamik bir planlama'' modeli olmalıdır.
Geçmiş planlar statik planlardır. Örneğin 1933 devletçilik döneminde 1933-1938 ve 1939-1944 olmak üzere iki sanayi planı uygulanmıştır. Birinci sanayi planı çok başarılı olmuş ve fakat ikinci sanayi planı, birincisi kadar başarılı olmamıştır. Çünkü İkinci Dünya Savaşı, şartları değiştirmiştir.
1963 sonrası uygulanan beş yıllık planlar da ise ithal ikamesine dayalı politikalar aşırı ölçüde dövize ihtiyaç göstermiş, sabit kur rejimi altında döviz sorunu ortaya çıkmıştır. Eğer Türkiye, üçüncü beş yıllık plandan itibaren, petrol krizi ve altın standardına bağlı dolar uygulamasının kalkmasıyla, planlama stratejisini değiştirmiş olsaydı, ithal ikamesinden vazgeçip daha fazla dışa açılmış olaydı, 1978-1980 krizlerini yaşamazdık.
2001 krizinde, enflasyonla mücadele için getirilen yangın söndürme programı, 2004 başında enflasyonu yüzde 10'lar seviyesine indirmiştir. Buna karşılık, dalgalı kur politikası nedeniyle tamıyla dışa bağımlı bir üretim yapısı yaratmıştır. Tarım sektörünün adeta çökmesine neden olmuştur. İşçi ve memur maaşları reel olarak gerilemiştir. Piyasa, finans sektörü ve spekülatif sermayenin tekeline girmiştir.
Eğer AKP hükümeti, bu programı bırakıp, finansal sektör ile reel sektör arasındaki sektörel dengeleri, emek ve sermaye arasındaki faktörel dengeleri ve cari işlemler gibi dış dengeyi sağlayacak bir ''yapısal dönüşüm programı'' yapsaydı, bugün Türk ekonomisi dünyanın en kırılgan ekonomisi olmazdı.
Bugünkü durgunluğa ve yaşanan krizlere, zengin ve fakir ülkeler arasındaki farkın açılmasına rağmen, dünyada küresel sürecin devam edeceği anlaşılıyor. Zira bu süreci yaratanlar spekülatif kârlardan vazgeçmezler. Bu nedenle Türkiye, ulusal çıkarlarını korumak ve şimdiye kadar devam eden ve büyük dış açıklara ve dolayısıyla kaynak kayıplarına yol açan spekülatif sömürüden kurtulmak için, konjonktürel değişmelere hızlı ayak uyduracak dinamik bir planlama yapmak zorundadır.
Planlamanın temel hedefi, iç tasarruf artışı, özel ve kamu yatırımlarının koordinasyonu, sektörel dengenin sağlanması (finans sektörü-reel sektör dengesi) faktörel dengenin sağlanması (sektörlere göre sermaye-emek bileşimi), piyasa kirlenmesinin engellenmesi, oligopol ve kartel yapıların önlenmesi ve gelir dağılımında denge sağlanması olmalıdır.
Yarın: Hangi politikalar olmalı?