“Türk diye mi umursamadınız?”
Başbakan Erdoğan, İsrail’in gemi baskınında öldürülen ABD vatandaşı Furkan için Obama yönetimine yönelik ilginç bir soru sordu: “ABD’nin Mavi Marmara Gemisi’nde 5 kurşunla şehit olan Doğan ile ilgilenmemesi manidardır. Türk orijinli olduğu için mi ilgilenmiyorsunuz?” Ayrıca Başbakan aynı konuşmada AB ülkelerinin terör konusunda Türkiye’ye yardımcı olmamalarını da eleştirerek yakaladıkları PKK’lı teröristleri “bize teslim etmiyorlar” diye yakınmış.
Güçsüzün hakkı!
Başbakan elbette eleştirdiği hususlarda haklıdır. Ancak haklı olmak başka bir şey gerçekçi olmak ise daha başka bir şeydir. Öncelikle ABD ya da Batılıların insan hakları, terör ya da demokrasi konusundaki söylemleriyle eylemlerinin birbirine taban tabana zıt olduğu gerçeğini iyi görmek gerekir. Günümüz dünyasında insanların ancak gücü kadar haklarının olduğu, neredeyse bir yasa haline gelmiştir. Hakkın teslimi gücün zoruyla mümkündür. Gücün gölgesi hukukun arkasına düşmüyorsa haklı olmanın fazlaca bir önemi yoktur. Günümüz dünyasında güçsüzün yalnızca “evet” deme hakkı vardır.
Casus casusla, güç güçle!
ABD birkaç gün önce Rusya ile soğuk savaş sonrası ilk kez bir casus takasını gerçekleştirdi. ABD aleyhine casusluk yaptığı belirlenen on ajan Rusya’ya teslim edildi. Rusya’nın elindeki dört ajan da karşı tarafa teslim edildi. Sorun kısa sürede çözüldü. Çünkü her iki ülkenin de karşılıklı olarak ellerinde birbirlerine karşı kullanacakları güçlü argümanlar vardı.
Türkiye, yurttaşlarının hukukunu bağırıp çağırarak, yakınıp suçlayarak elde edemez. Başkalarının hukuk, merhamet ya da ahlaki değerleri üzerinden de hak aranmaz. Gücünüz varsa ve onu da kullanmasını biliyorsanız ancak o zaman hakkınız teslim edilir, aksi takdirde yakınır durursunuz. Gücü ancak bir başka güç dengeler.
Birileri daha eşit!
Günümüzde tariflerin, tanımların ve kavramların içi de onu üretenler yani güçlüler tarafından doldurulmaktadır. Bu nedenle de Batı ve Hıristiyan çıkarlarını tehdit eden her davranış ve başkaldırı terörizm kavramı içinde görülmektedir. Buna karşın “kuralsız şiddet” Müslüman ya da Türkler için uygulandığında onun tanımı başka türlü yapılabilmektedir. Irak, ABD tarafından işgal edilir buna karşı ülkesini savunan direnişçiler teröristtir. Filistin toprakları Yahudiler tarafından işgal edilir, Filistin halkı topraklarından sürülür buna karşı direnenler de terörist ilan edilir. Bu insanların listeleri yapılır ve onlar için bütün dünyada sürek avı başlatılır. Çünkü onlar ülkelerinin ABD ve İsrail tarafından işgalinin sona erdirilmesini istemektedirler. Her iki ülke için de bu suçların en büyüğüdür.
Başbakan Erdoğan haklı olarak zaman zaman ABD ve Avrupalı ülkelerin çifte standart uyguladıklarından yakınıyor. Bazı ülkelerin Türkiye’ye karşı “sizin teröristiniz iyi, bizim teröristimiz kötü” biçiminde bir tavır sergilediklerini söylüyor. Bu tamamen gerçektir. Durum bu olduğuna göre artık Türkiye, zaman kaybetmeden kendi sorununu kendisinin çözmesinin zorunluluk haline geldiğini anlamalıdır. Bu bağlamda Türkiye’nin, terörü yenmek için İsrail’in Heron’una, ABD’nin canlı istihbaratına ya da Barzani’nin katkısına ihtiyaç duymayacak hale gelmesi gerekir. Başbakan bir yandan ABD ve Avrupa ülkelerinin Türkiye’ye karşı çifte standart uyguladığını söylüyor diğer yandan da terörü önlemek için ABD ve Barzani’nin katkısını bekliyor. Furkan’ın Türk asıllı olduğu için onun hukukunu aramada ABD’nin yavaş davrandığı doğrudur. PKK’nın, Kandil’den Türkiye’ye terör ihraç ettiği için ABD ve diğerleri tarafından korunduğu da doğrudur. O zaman Başbakana düşen de yakınmak değil Türkiye’nin gücünü göstermesini sağlamaktır.