Türban: Korku ve dayatma!
Kabul etmek gerekir ki Başbakan Erdoğan gündemi dağıtmak, değiştirmek, denetlemek ve yönetmek konusunda son derece başarılı. İspanya’dan “Velev ki türban siyasal simge olsa ne değişir” diyerek bir kez daha gündemi türbanla bloke etmeyi başardı.
Kuşkusuz türban gibi kronik bir sorunun çözümünde haklı gerekçelere sahip olmak yeterli değildir. Aynı zamanda bu gerekçeleri uygulamaya geçirebilmek için doğru yer, doğru zaman, doğru yöntem ve doğru üslup da gereklidir.
Başbakan’ın türban konusunda açıklama yaptığı yer (İspanya) yanlıştı. Uzun zamandan beri iktidar Anayasa değişikliği için taslak üstüne taslak hazırlıkları yapıyordu. Bu çalışmalar kamuoyuna açıklama aşamasına gelmişken aniden “yeni anayasayı beklemeye gerek yok” diyerek türban tartışması açması da en azından zaman yönünden yanlıştı. En haklı olunan bir davada bile zaman, mekân, yöntem ve üslup hatası yapıldığında davayı kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya gelinir. Kaldı ki, Sayın Başbakanın söyleminin içeriğinde son derece tehlikeli bir vurgu da vardı. Bu dini bir simge olarak ifade edilen türbanın “Velev ki siyasal simge olsa” da önemli olmadığı vurgusudur. Bu sözler dini yönden kutsal sayılanların siyasetin aracı yapılmasının sakıncalı olmadığını ima etmektedir. Bir zamanların “okula, kışlaya, camiye, adliyeye” siyaset girmemesi konusunda siyasi partiler arasında var olan mutabakatın tehlikeli bir biçimde bozulacağını göstermektedir.
Başbakanın “Türbanı bir cümle çözer” sözü de kafalarda soru işareti oluşturdu. Başbakanın, bunu söyleyince “bir cümlelik çözüm için beş yıl niçin beklediniz?” sorusunun kendisine sorulacağını düşünmediği anlaşılmaktadır. Daha önce türban konusunda tabandan gelen talepleri Başbakan “bedel ödemeye hazır değiliz” diyerek geçiştirmişti. Gelinen nokta bu “bedel ödeme” eşiğinin aşıldığını gösterir. Doğrusu Başbakan İspanya’da türban konusundaki açıklamasını yaparken Türkiye’de gündemin değişeceğini hesap etmiştir. Ancak MHP’nin aniden kendisini bir anlamda köşeye sıkıştıracak çıkışı yapacağını hesap etmemiştir. AKP’nin türban üzerinden mağduriyet stratejisini MHP’nin “Başbakan sorunu çözmek istiyorsa destek vermeye hazırız!” diyerek ortaya koyduğu somut önerili çıkışı bloke. MHP’nin önerisi sorunu çözmeye yeterli ya da değil o tarafı önemli değildir. Önemli olan yanı, AKP’nin mahalli seçim öncesi “türban konusunu çözmek istedik, ama olmadı” türünden gerekçesini ortadan kaldırmıştır.
Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya “Siyasi partiler laiklik ilkesini değiştirme amacı güdemez, aksi halde sorumlu olurlar” diye açıklamada bulundu. Yargıtay’dan sonra bir açıklama da Danıştay’dan geldi. “Dinsel kaynaklı düzenleme ve girişimler, Anayasa’daki laiklik ilkesi karşısında demokratik bir hak değildir. Türban serbestîsi, toplumsal barışı zedeler” dedi.
Ardından Başbakan Erdoğan’ın konuşması geldi. Bu konuşmasıyla Başbakan’ın türban sorununu çözmeye değil sorunu daha da içinden çıkılmaz hale getirmeye çalıştığı gözleniyor. Başbakan bir rektöre eksik bilgi ve çarpıtılmış yorumlardan yola çıkarak “Kimsin sen ya! Sen önce yerini bil, otur oturduğun yerde” diyor. Ardından yargıya yönelik olarak da “Kimse kendisini yasama organının veya yürütme organının üstünde göremez. Özellikle yargı makamındaysa kimse ihsas-ı reyde bulunamaz” diyor. Kuşkusuz karşı tarafa da aynı argümanları kullanarak “kimsenin kendisini hukukun, yasaların üstünde, Atatürk’ün üstünde, ülkenin üstünde göremez” cevabını verme hakkını doğurmuş oluyor.
Bu üslup, bu kırıcı ve dayatıcı tavır yalnızca türban sorununu çözmeye mi yöneliktir. Yoksa birileri gerilim ve çatışma üreterek tekrar türban üzerinden siyasi rant sağlamaya devam etmeye mi çalışıyor? Tartışılabilir. Kimin amacı ne olursa olsun ortada bir türban sorunu vardır. Bu sorun yüzünden bu ülkenin en ezilen sınıfının insanları eğitimsiz kalmaktadır. Şu veya bu biçimde bu sorun bir çözüme kavuşturulmalıdır. Bu konuda yargı da muhalefet de konuşmalıdır. Konuşmaktan, görüş açıklamaktan korkmak yerine endişeleri giderecek gelişmelerin altına imza atılmalıdır. Bu konuda korku kültürü yaratmak ne kadar yanlışsa, dayatma kültürü yaratmak da bir o kadar yanlıştır.