Tükenmişlik nasıl yaşanır, nasıl farkına varılır?
Çağımızın en önemli hastalıklarının kaynağı psikolojik. Nitekim bu sütunlardan Türkiye'deki şizofren hastalığının dünya standartları üzerine çıktığını ve son yıllarda şizofreni ilacı kullanımının arttığına dikkat çekerek harcanan paraları da "Ruh sağlığımız bozuldu" başlıklı yazıda 25 Ağustos 2015'te yazmıştım. Toplum olarak ruh sağlığımızın bozulduğunu ifade ederken bunun sebeplerinin siyasilerin tutumu olduğunu, kötü yönetim ve giderek artan ekonomik sıkıntıları da unutmayalım. Psikolojide "tükenmişlik sendromu" diye bir kavram var.
Tükenmiş bir kişi bunu ya duygusal çöküş ya duyarsızlaşma ya da azalmış başarma motivasyonu şeklinde yaşar. Bunların her biri kişinin rutin hayatını, işlevselliğini ve tepkilerini ciddi oranda etkiler. İşi, ailevi sorumlulukları, bireysel sorumlulukları, yardıma muhtaç yakınının bakımı gibi o sırada sürdürmeye çalıştığı uğraşı ile ilgili istek, güç, gayret, olumlu duygu ve davranışlarını gittikçe azaltarak, kişinin yetersiz kalmasına neden olur.
İlgi ve istek kaybı ile birlikte kişide genel bir enerji kaybı, kendisi ile ilgili olumsuz duygu ve düşünceler, yetersizlik ve başarısızlık hissi gelişir. Bunlara ek olarak, başkalarına karşı da ilgi kaybı, negatif duygu ve davranışlar ortaya çıkar. İşte bütün bunlar kişiyi çevreden uzaklaşmaya, kişilerarası ilişkilerde çatışmaya veya kendi içine kapanmaya zorlar.
Tükenmişliğin getirdiği bu genel enerji kaybı, kişide fiziksel olarak kronik yorgunluk ve bir takım bedensel yakınmalarla kendini gösterir. Hem duygusal hem de fiziksel kayıplar kişide çaresizlik, ümitsizlik, özgüven eksikliği oluşturarak duygusal ve zihinsel tükenmeye neden olur. Dolayısıyla kişi sorumlu olduğu görevleri sürdüremez hale gelir, insan ilişkileri tamamen bozulabilir.
Sonuçta yaşadığımız toplumda bunların izlerini hemen her gün görüyoruz. Son dönemde en çok siyaset dünyasında rastlıyoruz tükenmişlik sendromuna kapılanlara. Nuh diyor ama peygamber demiyor bu hastalığa duçar olanlar. İşin kötü yanı tedaviyi kabul etmedikleri için hem kendilerini hem ailelerini, işlerini, kurumlarını da acı sona sürüklüyorlar. Gazetelerin üçüncü sayfalarındaki adli vakaların önemli büyük bir bölümü bu sendroma girenlerin işlediği suçlarla dolu. Türkiye'mizde yüz yıllık şirketlerin bu yüzden battığını biliyoruz. En köklü siyasi partilerin bitme, kapanma sebeplerinden birisi de yöneticilerin tükenmişlik sendromu yaşamalarıdır.
Şimdi bu satırları okuyanlar müzmin muhalif kişiliğimizden dolayı MHP'yi eleştirmek amacıyla yazdığımı zannedecekler. Evet MHP'nin içine düşürüldüğü bugünkü durum da tükenmişlik sendromunu hatırlatıyor. Ama sadece MHP değil, CHP'nin de farkı yok. Alın birini vurun ötekine. Olan bu partilere gönül vermiş milyonlara oluyor. İktidar olmayı hedeflemediği gibi mevcut oylarını kaybettiği halde, ısrarla görevde kalmanın sağlıklı bir açıklaması olabilir mi? Bu hastalığa kapılanlar yasaları da bilmiyor. Siyasi partiler, yasalara göre kurulur. Ve parti tüzükleri yasalara aykırı olamaz. Tüzük maddelerine çaktırmadan "olağanüstü kongrelerde genel başkan seçilemez" maddesi konamaz. O partinin her hangi bir üyesi ya de duyarlı bir vatandaş yargıya baş vurarak söz konusu kanunsuzluğun gözden kaçtığını ve derhal kaldırılmasını isteyebilir. Siyasi partilerin denetiminden sorumlu olan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı da söz konusu tüzük maddesinin "iptal"ini sağlayarak yanlışı düzeltir. Öyle "imza toplasalar bile kongre yaptırmam. Partiyi kimseye teslim etmem" gibi bol keseden atmak yok. Yasalara uymak zorunluluğu var.
Partiyi yönetenler tükenmişlik sendromuna kapılabilir ama beraberlerinde partiyi de tüketmeye hakları yoktur. Bizden söylemesi.