Tuğrul Bey'in durumu...
Türkiye, Tuğrul Türkeş'in bakanlık teklifini kabulünü konuşuyor. Geçmişe dönük hukukumuzu bilen okuyucularımızla beraber milliyetçi camiadaki ortak dostlarımız iki gündür arayarak vaziyeti sorguluyor. Oysa Tuğrul Bey ile neredeyse iki aydır hiç görüşmediğimiz gibi iki gündür telefonda bile konuşamadık. Dünkü yazımda belirttiğim gibi Tuğrul Bey'in seçim hükümetindeki bakanlık teklifini kabul edişine bireysel olarak karşı çıktım fakat sebeplerini bana soruyorlar. Bu arada sosyal medyadaki acımasız eleştiri ve belden aşağı vuruşların dedikoduların doğru ya da yanlışlığını teyit ettirmeye çalışıyorlar. Her şeyden önce Sayın Türkeş'in avukatlığına soyunmadığımın altını çizmeliyim. Kırgınım üstelik. Kendisini MHP'den ayrılıp ATP'yi kurduğu, DYP adayı olduğunda da seviyeyi koruyarak sertçe eleştirmiştim. Dahası 2007'de MHP'den milletvekili adayı olduğunda da "Ne değişti?" sorusunu yöneltip, en yakınları ile bile görüşmeden adaylık teklifini kabul edişine de şerh koymuştum. 1997 kongre süreçlerinde yaptığı hataları hatırlattığımda "Dün, dünde kaldı... Babamı kaybetmenin acısı yanında o yıllarda Başbuğ Türkeş'in biraz şımarık, tecrübesiz oğluydum. Artık Tuğrul Türkeş'im ve Türkiye ve dünyadaki gelişmelerin farkındayım. Bu yüzden şartsız-pazarlıksız MHP'ye katıldım" sözlerini ciddiye aldım. Hatalarından dönüşünü "erdem" saydım. Zaman zaman abi-kardeş hukukumuzdan dolayı ömrüm boyunca içinde bulunduğum "muhalif" tavrımı eleştirdi. Ülke koşulları sebebiyle "akılcı" davranıp "pragmatik" olmamız gerektiğini vurguladı. Doğrusu Avrupa Parlamentosu'ndaki üyeliği döneminde başarılı çıkışlar yaptı. MHP'den önce Türkiye'nin çıkarlarını savundu. Merhum babasının dönemindeki koşulların değiştiğinin farkına vararak O'nun çizgisinde gelişim ve değişimden yana olduğunu vurguladı. Türk devlet ve topluluklarındaki gelişmeleri paylaştığım zamanlarda "Reel politik" cümlesini tekrar ettiğinde beni kızdırır, beklediğim reaksiyonu göstermediğinde üzerdi. Kızardım O'na... Lakin dedikleri doğru çıktığında bile hakkını teslim etmekten imtina ederdim. Türk Dünyası Devlet ve Toplulukları Kurultayı Vakfı Başkanlığı'nı devraldığında da umutlanmıştım. Kurultayların devamı konusunda irade gösterilmeyişini acımasızca eleştirdiğimde "Devletsiz, hükümetsiz olmaz. Başbuğ'un döneminde Demirel, Özal, Çiller vardı ve diplomatik olarak desteklediler. Şu anda inisiyatif elimizde değil. Dün dağılan Sovyetler sonrası açlıkla baş etmeye çalışan Rusya vardı. Bu gün Shangay Beşlisi'ni kurup, tek kutuplu Amerika'ya karşı yeniden dengeyi sağlamaya çalışan Rusya var. Bu tahterevalli oyununda kurultayı toplamak, devlet katkısı olmadan mümkün değil. Zaman ve zemini oluşturmak için gelişmeleri takip ederek, sağlıklı düşünmek lazım" demişti.
Parti kurması hata idi
Tuğrul Bey, babasının vefatı sonrasında "Genel Başkan Vekili" olarak kurultay hesapları yapmadı. Duygusaldı. Miras ve aile meselesi vardı. İstese delegeyi dilediği gibi şekillendirip "genel başkan" koltuğuna rahatça oturabilirdi. Türkiye'ye örnek olmak ve mirasın gerçek sahiplerinin iradesini yansıtmak için, Türk siyasi tarihinde bir ilke imza atarak "eşit şartlar" altında kongreye girmeyi tercih etti. Beklenmeyen mağlubiyetin tadı hoş değildi. Ancak partiden uzaklaştırılmak için her şey yapıldı. Kendisini destekleyen il ve ilçe başkanları hemen görevden alındığı gibi "biz kaybetsek çoktan istifa edip partimizi kurardık" dendi. Hata yaparak istifa edip, parti kurdu. 1999 koşullarında Çiller'in DYP'sinden aday olup kaybetti. Siyasi nezaketin sınırlarını aşmadı. O günlerde ağır hakaretlere muhatap oldu. Tıpkı bugün belden aşağı vurup özel hayatında hiç gerçekleşmemiş konuların gündeme taşınması gibi iftiralara uğradı. Bir nevi mağdur edildi. Bugün de çok ağır eleştiriliyor. Yazının en başında vurguladığım gibi iki aydır görüşmedik, fakat son dönemde dışlanmasını, dahası aday bile yapılmayacağını biliyordum. Yarın tanık olduğum, duyduklarımı yazmaya gayret edeceğim. Ama bütün bunlar bu teklifi kabul edişinin haklılığını yansıtmayacak. Sorgulamaya devam edeceğiz. Hepsi o kadar.
Yarın: Kavga anları...