TSK sevgimizle çelişmez!..
Sayın Başbakan’ın ilk defa Türk Silahlı Kuvvetleri’ni savunmaya yönelik sözleri bazı çevreleri çok şaşırtmış. Ama kendi adıma hiç şaşırmadım. “Silahlı Kuvvetleri polemiğe sokmayın” cümlesini sarfeden Erdoğan’ın bu polemikle siyasi rant sağladığını cümle alem biliyor. Sınır ötesi harekatla ilgili sadece muhalefetin değil sokaktaki vatandaşın endişelerine açıklık getirmek siyasi iradenin vazifesi iken topu askerlere atacak, bu tartışmalar sırasında Vakıflar Yasası’nı çıkarıp rahatladıktan sonra şimdi askeri savunmaya soyunacaksın! Allah aşkına bunun samimiyetine kim inanır?
“Kahramanları rahat bırakın bana sorun!” restini çeken Erdoğan’ın kahramanlara “kelle” dediği için üç kuruşa mahkum olduğunu bu milletin unuttuğunu sananlar aldanır.
“Sınır ötesi harekat iç politika yapılacak bir konu değildir. Seçmen tüketimi için, gaz almak için yapılmaz. Gerektiği kadar kalınır. Sizi susturmak için bile daha fazla kalınmaz. Harekatın siyasi sorumluluğu bize ait. Silahlı Kuvvetlerimizi bırakın. Varsa sözünüz muhatap biziz.” Erdoğan’ın zikrettiği yukarıdaki sözleri yeniden okuyun.
Madem harekat iç politika konusu değildi de beş yıllık iktidarınızda bugüne kadar bunu neden gerçekleştirmediniz? Genelkurmay Başkanlığı’nın yıllardır her fırsatta dillendirdiği “sınır ötesi harekat” talebini niçin kulak arkasına attınız? 12 Nisan 2007’de Sayın Genelkurmay Başkanı’na bizzat “siyasi iradeden talepte bulunduğunuz halde olumlu cevap alamadınız mı” sorusunu yöneltmiştim. Büyükanıt Paşa da bunu teyit etmişti.
Muhalefetle beraber vatandaşın yoğun talebi ile Meclis’te kabul edilen tezkeredeki yetkiyi niçin aylarca beklettiniz?
Madem harekat “seçmen tüketimi için, gaz almak için yapılmaz” diyorsunuz, geri çekilmeden habersiz olduğunuzun ortaya çıkması üzerine “kimin gazını alıyor ya da hangi seçmen kitlesini tüketmeye gayret ediyorsunuz?” diye sormak da vatandaşın hakkı değil midir?
Siyasete başladığınız MSP (Milli Selamet Partisi) saflarından bu yana çeşitli vesilelerle Silahlı Kuvvetlere karşıtlığınızla övünürken ve bunu siyasi yükselişinizin merdiveni olarak görürken ne değişti de şimdi asker avukatlığına soyundunuz? Yoksa siz de başta laiklik ve Anayasa’nın değişmez kriterlerinde ordu ile aynı safa mı geldiniz?
Tayyip Erdoğan’a bu ve buna benzer yüzlerce soruyu yöneltebileceğimiz gibi samimiyetini sorgulamak da, gazetecilikten önce vatandaşlık hakkımızdır.
Gelelim Sayın Genelkurmay Başkanı’nın sitemlerine. Büyükanıt Paşa, vatansever yazarların sınır ötesi harekat ile ilgili endişe ve eleştirilerini haksız bulmuş. Muhalefetin, milletin sesini dillendirdiği açıklamalarına ise“muhtıra” niteliğinde bildiri ile cevap vermiş. “Bu saldırılar bize hainlerden daha fazla zarar veriyor” sözlerinin muhatabının vatanperverliklerinden kimsenin şüphe duyamayacağı kişiler olduğuna inanmıyorum.
Harekatın askeri hedefi ve başarısını kimse eleştiremez. Ama psikolojik boyutu ve milletlerarası yankılarına dair hazırlıksızlık gün gibi ortadayken bu konuda düşüncelerini seslendirenleri hainlerle aynı kefeye koymak da yanlıştır.
Siyasi çizgi ve icraatlarını tasvip etmediğim Baykal ve Bahçeli’nin harekata yönelik açıklamaları son derece doğruydu. Sayın Baykal’ın “Bu soru vicdanlarda, kafalarda soruluyor. Buna hiç kimse ‘vatanseverlik ve TSK sevgisi ile çelişir’ diyemez” tespitinin altına imzamı atarım.
Sonuç olarak askerler de duygusaldır. Yapılan eleştirileri yanlış anlayabilirler. “Asker asla hata yapmaz” demek de yanlıştır. Her fırsatta “ordu-millet geleneği”ni savunup, peygamber ocağı mensuplarına toz kondurmayan millici yazarların samimiyetinden, vatanperverliğinden şüphe duymak askere bir şey kazandırmadığı gibi kaybettirir. Gerek yazılı açıklamalarda gerekse karşılıklı konuşmalarda askerin de, siyasetçinin de, gazetecinin de kelimeleri daha dikkatli seçmesi, sağduyunun tesisi için şarttır.