Truva atının gücü yetmedi
Türkiye’de halkın yüzde 90’ı Amerika’ya karşı, yüzde 75’i ise AB’nin dayatmalarını reddediyor. İşbirlikçiler dışında herkes ulusalcı. Çünkü solun da, sağın da, siyasal İslam’ın da tabanı ’antiemperyalist’ tavır sergiliyor
Türkiye’deki ve dünyadaki sorunlara bu toprakların, bu halkın penceresinden bakan herkes az ya da çok ulusalcıdır...
Türkiye’nin içinde bulunduğu coğrafyada, “sosyal demokrasi, Avrupa’daki sosyal demokrasi gibi olamaz”. Sosyalizm (komünizm) de, enternasyonalist ve sınıfsal özelliğini kaybetti. Türkiye’deki sol ile Güney Amerika’daki sol arasında, “potansiyel olarak önemli benzerlikler bulunmaktadır”. Kısacası Türkiye’deki sol, “ulusalcı bir zemin üzerinde bulunmak zorundadır” .
- Merkez, muhafazakâr ve sağdakilerin de, eğer çok özel uluslararası angajmanları bulunmuyorsa, bunlar da ulusalcı zemini, asgari müştereklerden biri olarak kabul etmek durumundadırlar.
Muhafazakâr, statükocu, sağ olarak nitelenen kesimler içinde “siyasal İslamı öne çıkaranlar”ın da ulusalcı (milliyetçi) zemine karşı çıkmaması gerekir. Çünkü içinde bulunduğumuz coğrafyada “ulusalcı zemin dışına çıkmak, gayri milli ve işbirlikçi cepheye kaymakla eşanlamlıdır”.
Bu ifadenin doğruluğunu, bugün Türkiye’de içinde yaşadığımız gelişmeler bir laboratuvar gibi göstermektedir.
Ulusalcılığa (milliyetçiliğe) karşı çıkanlar, Türkiye’ye Washington ve Brüksel’in gözü ile bakmaya başladılar. Kısacası, “açık ya da örtülü işbirlikçiler” konumuna gelmişlerdir.
Siyasal İslam’ın çelişkisi
“Siyasal İslam içindeki bölünme ve ayrışmalar” açık olarak görülür. AKP’nin tavanı ABD, İngiltere ve İsrail ile yakın ve derin ilişkiler içindedir. Buna karşılık tabanda “tavandan çok farklı bir kimlik bulunmaktadır”. İsrail’in Gazze katliamı yalnız Türkiye’yi değil, AKP tabanını da hareketlendirdi ve tavan ile tabanın çelişkilerini ortaya koydu. Özellikle bu coğrafyada, “siyasal İslamın tabanı antiemperyalist bir özelliğe sahiptir”. Bu da doğal olarak, ulusalcı (milliyetçi) bir refleksi içinde barındırır.
Solda, merkezde, sağda ve muhafazakâr tarafta kendini Atatürkçü olarak gören geniş bir kesim vardır. Onunla bir bağ kurarlar, en azından karşı çıkmazlar.
Batı gözlüğü taktılar
Türkiye’de 12 Mart 1980 darbesi ile başlayıp 1990 sonrasında iyice palazlanan yeni bir sınıf türedi. Bunların ortak özelliği, “Batı’nın yeni Türkiye politikasına evet demek” . İçlerinde her kesimden insan var. “Batı ile işbirliğine giden, işbirlikçi kesimi” oluşturuyorlar.
- ABD, AB ve İsrail’in yakın ve derin dostu haline gelen siyasal İslam, başı çekiyor.
- Kimi büyük sermaye çevreleri ve yeni liberaller bu tarafta
- Kimi bürokratik kademeler ve sivil toplum örgütleri, “evetçiler” safına göz kırpıyorlar.
- Medyanın dinci ve liberal kanatları bu cenahta saf tuttular.
Bölücü çevrelerin sözünü bile etmiyorum...
İşte bütün bu “Evet cephesi”, ulusalcılara, “Batı’nın baktığı gözlükle bakıyorlar” . Bu aslında çok doğal. Batı emperyalizmi, Türkiye’de en çok ulusalcılardan korkuyor. Ulusalcılar, Batı’nın bölgedeki planları karşısında büyük engel. BOP’un yürümesi için Türkiye’de ulusalcı cephenin tasfiye edilmesi gerekiyor. Ergenekon bunun sonucu değil mi?
Batı’nın yeni Türkiye politikasına “evet” diyen cephe “emperyalizm adına ulusalcılara saldırmak zorunda” . Ancak,
- Türkiye’de halkın yüzde 90’ı Amerika’ya karşı.
- Yüzde 75’i AB’nin Türkiye’yi kıskaca aldığını anlamış, artık tepki gösteriyor.
Ve Batı’nın içimizdeki “Truva atları” , bu büyük çoğunluğa karşı saldırıya geçmiş durumdalar.
Çünkü Türkiye’de herkes az ya da çok ulusalcı, işbirlikçiler dışında...
* Erol Manisalı / Cumhuriyet
++++++
Alman savcıya, “Fener dosyasını getir” çağrısı
Yetiş bacım zordayım!
Bugün 135 gün doldu, dosya gelmedi. Dosya gelmediği için “Deniz Feneri eV soygununun” Türkiye bağlantısı üzerine gidilemedi. Ben de boyumdan büyük çabalara kalkıştım; bizim Ankara’daki erkek savcımıza “dosya size gelmiyorsa siz dosyaya gidin” diye bir çağırı yaptım.
Üzgünüm.
Bizim savcı gidemedi.
Almanya’ya gelip siz “Deniz Feneri eV soygun davası” nın iki savcısıyla ve kanıtları, bilgileri, belgeleri, tanıkları, itirafçıları bulan Alman Başkomiser Böhm ile görüşemedi.
Gelseydi. Sizleri bulsaydı. Bizim ülkemizin iyi niyetli, temiz yürekli, yüksek vicdanlı, inancı tam Müslüman insanlarının; yoksula-muhtaca-garibe - gurebaya ulaştırılsın diye verdikleri bağışları soyanların Türkiye ile hangi bağlantılar içinde olduklarını sizden belge belge, kanıt kanıt, halka halka öğrenecekti. Müslüman’ın Müslüman’ı “Müslümanlığı alet ederek soyması” davasının Türkiye bağlantılarının yakalanması için adalet ortamı yaratılmış olacaktı.
Kerstin bacım! Sybille bacım!
Zordayım. İsterseniz biriniz, isterseniz ikiniz yanınıza Başkomiser Böhm’ü alarak şu dosyayı çantanıza koyup İstanbul’a gelin. Ben üçünüze de “uçak bileti” göndereceğim ve İstanbul’da penceresinden aynı anda Ayasofya ile Sultanahmet camilerini gören temiz-pak pansiyon otellerde yer ayırtacağım.
Lütfen davetimi düşünün.
Düşünmeyin! Kabul edin. Hemen atlayın gelin.
Alman adaleti çalıştı, “deniz feneri ışığında yapılan soygunun Almanya ayağını” buldu, yargıladı, cezalandırdı. Türkiye ayağı ise koktu, cerahat bağlamaya gidiyor, unutuluyor.
Bizim Adalet Bakanı, “bana ne yaaa...” diyor, bizim Dışişleri Bakanı, “ben evrak takipçisi miyim...” diye kızıyor, bizim Başbakan, “Fener Soygununu” yazan gazetecileri “patron tekikçisi” diye azarlayıp gerçeği saptırmaya kalkıyor. Ankara’daki savcımız da duvarları yıkıp Almanya’ya gelemiyor. Dosyayı alın. Siz gelin.
Başkomiser Böhm, gelmezse bile onun Almanya’da sizin yargılama süreci boyunca mahkeme duvarına yansıtarak gösterdiği; “Bizim iktidar partisi önde gelenlerinin soygundan mahkûm edilen Mehmet Gürhan ile çekilmiş fotoğraflarını, filimlerini” de getiriniz. Almanya ile Türkiye ayaklarının nasıl birbirine vidalı olduğunu görelim, gösterelim, serelim, sergileyelim. Bize Almanya’da henüz gerekçeli karar yazılmadı bu yüzden dosyanın gelmesi gecikiyor diyorlar. Doğru mu?
Kerstin Bacım!
Sybille Bacım!
Zordayım! Dosyayı siz alın gelin!
Bu ayıp bizi kahrediyor!
Gözlerinizden öperim.
* Necati Doğru / Vatan
++++++
Evren’i nasıl affettin
Nazlı Ilıcak, Kenan Evren’in soğuk algınlığından tedavi altına alındığını duyuran Yenişafak’ın “Üşütmüş netekim” başlığını yadırgamış. Çünkü Evren, yaşlı ve hasta biriymiş, böyle hınç olmazmış... Duyan da Nazlı Hanım’ın hep pamuk gibi, yumuşacık duygularla yazı yazdığını sanacak.
DP milletvekili olan babası Muammer Çavuşoğlu’nu tutuklayan 27 Mayıs darbecileri nezdinde, hayatını ’asker’i yargılamaya adayan, yeri geldikçe, bırakın yaşlı ve hasta olanları, çoktaan ebediyete intikal etmiş olanlar dahil, bütün darbe müsebbiplerine kin kusmaktan geri durmamış olan Nazlı Hanım, ‘12 Eylül’e muhalefet ettiği için’ kendisini tutuklayan ve gazetesini kapatan ‘başdarbeci Evren’i nasıl affetmiş? Evren’i diğer darbecilerden farklı kılan ne acaba?
++++++
Bu, TRT’nin zaptedilişidir
Tuncay Güney’i canlı yayında 4 saat konuşturmanın, memurlarının habercilik başarısı olduğunu savunan TRT’ye, medyanın tepkisi sert
Çarşamba gecesi bir kurumla beraber hukukun da paspas gibi çiğnendiğine tanıklık ettik.
TRT-2’de bal gibi planlanmış bir yayıncılık ve insan hakları cinayeti işlendi!
İzlediğimiz rezalet, TRT’nin zaptedildiğini ilân eden hoyrat bir meydan okumaydı!
Dava hakkında mahkemece alınmış yayın yasağı kararı ve soruşturmanın gizliliği ilkesi nasıl böyle çiğneniyor diye merak ederken gece TRT-2’deki cinnet, göze alınan cüretin sınır tanımazlığını bize gösterdi.
TRT sahte hahamı, aranan bir şüpheli olarak değil saygıdeğer bir bilirkişi rolünde halkın karşısına çıkarmış, ona itibar etmiş, TRT geleneğini tahrip etmiştir.
İktidarın TRT’yi kullanma biçimi davanın bütünü ile yargıya bırakılacağı umutlarını yok ediyor.
Dileriz AKP önderleri bu gidişin kendilerine de taşıyamayacakları kadar suç ve günah yükleyeceğini geç kalmadan görürler!
* Güngör Mengi Vatan
++++++
Tuncay TV
Tuncay Güney’e diyecek sözüm yok. Şeyh uçmaz, mürit uçurur. Dünyanın hiç bir yerinde, hiç bir aklı başında televizyon kanalı Güney’i ekrana bu şekilde çıkartmaz, böylesine iddialarını kanıtsız söyletmez. Haberciliğin temel ilkelerinden bu kadar yoksun bir program yapılmasına izin verilmez. Böylesi sorumsuzluğa devlet televizyonu alet edilmez.
* Fatih Altaylı / Habertürk
++++++
Hahamın sesi
Devletin televizyon kanalı TRT 2’de Ergenekon soruşturmasının şüphelisi ve temel dayanağı Tuncay Güney ile canlı bağlantı yapıldı. İlginç bir diyaloğa daha göz atalım: Tuncay Güney kasetlerdeki ifadelerin işkenceyle alındığını, o yüzden kabul etmediğini vurguladı. Ne var ki, asrın davası Tuncay Güney’in kabul etmediği ifadeler üzerine kurulu iddianame ile devam ediyor... Kara mizah...
* Melih Aşık / Milliyet
++++++
Bu bir uyarı mı?
Eser Karakaş soruyor: “Türkiye’nin AB istikametinde çok önemli adımlar attığı, ABD’nin bu sürece destek verdiği bir ortamda Türkiye’nin NATO-AB eksenine alternatif olarak Rusya-Çin-İran eksenini de düşünmesi gerektiğini ifade eden Kılınç, evinden götürülürken bu açıklaması aklına gelmiş midir?”
Sonra da, ilk bakışta ilgisiz görünen bir konuya atlayarak kehanetini paylaşıyor: “Gazze krizi, Obama’nın konuya ilişkin alacağı pozisyon Ergenekon-AK Parti çekişmesinde kanımca AK Parti’nin çok öne geçmesine neden olacaktır.”
Neye dayanarak?
AKP’nin ‘küresel süreci’ Kılınç ve onun gibi düşünenlerden ‘daha iyi okuyacağı’ umuduna dayanarak...
Bu yazı, liberallerden AKP’ye üstü kapalı bir ‘Ayağını ABD’ye göre uzat. Yoksa seni Ergenekon’a veririm’ uyarısı olarak algılanabilir mi?
++++++
Mini Yorum
Aydın, bir gülüşe tav olmaz
Aydın, iktidarın gülümsemesine muhtaç değildir. Aydın, otorite yüzüne güldü diye açık ağızlı ayran budalasına dönmez. Aydın’ın kimliği, ihtiyaç anında,1 saat 45 dakikalığına rafa kaldırılan harici bir aparat değildir.
Tufan Türenç, Çankaya sofrasında ağırlanan sanatçılarımıza, Cumhurbaşkanı’nın konuklarına güleryüz göstermekten başka sorumlulukları da olduğunu hatırlatma gereği duymuş... Neden dersiniz? Cumhurbaşkanı’nın George Clooney ışığı, bizim tavır sahibi bağımsız sinemacıların gözünü aldığı için olabilir mi?