TRT'de devr-i istibdat

Sendikaların üyelerine e-posta göndermesi engellendi. Şahin basında çıkan aleyhte yazı ve
haberlerin çalışanlara ulaşmasına izin vermiyor

Birkaç gün önce TRT ekranlarında bir film yayınlandı:
Abdülhamit Düşerken!
Cumhuriyet’te Fırat Kozok imzalı “TRT’de sansür” haberini okuyunca dedim ki, İbrahim Şahin başında bulunduğu kanalda yayınlanan filmi ya izlemedi ya da final sahnesini kaçırdı.
Haber şöyle:
“TRT Kurumunda Memur Statüsünde İstihdam Edilen Personel Yönetmeliği” ile kurumu ve iktidarı “kötüleyici içerikte” cep telefonu mesajı gönderilmesini yasaklayan İbrahim Şahin, kurum içi haberleşme sistemini de kontrolü altına aldı. TRT yönetiminin tepki çeken uygulamalarını günyüzüne çıkaran gazete haberlerinin hiçbiri TRT çalışanlarına elektronik posta ile gönderilemezken Basın Müşavirliği’nin haberlerle ilgili açıklamaları ve bazı “beğendiği” haberler anında personele iletiliyor.
TRT çalışanları tarafından, Nazi döneminin propaganda bakanı Joseph Gobbels’in uygulamalarına benzetilen yeni kararlar çerçevesinde TRT çalışanlarına verilen ve bir internet sunucusu üzerinden geçen “isim.soyad@trt.net.tr” uzantılı adreslere gönderilen Şahin yönetimine muhalif mesajlar engellenmeye başlandı.
Sendika, bunun üzerine internet üzerinden grup oluşturmaya ve aynı mesajın gruba kayıtlı olan tüm kullanıcılara anında gönderilmesine olanak sağlayan “www.yahoogroups.com” adresinden çalışanlara ulaşma yöntemini denedi. Ancak bu kez de elektronik posta gruplarından gelen iletileri engelleyen sistem devreye sokuldu.
Örneğin TRT Yönetim Kurulu’nun, yüzlerce personeli “kızağa çekme” ve kurumun sanatla olan bağlarını koparmaya dönük kararlarına ilişkin haberlerin internet ortamında kurum içindeki dağılımı engellendi. TRT’nin İran devlet televizyonu ile imzaladığı protokole yönelik eleştirel haber ve yorumların da aynı yolla personele ulaşmasına izin
verilmedi.”
Bu haberden sonra personeli Nazi Joseph Gobbel benzetmesini uygun görmüş, biz Şahin “Anadolu çocuğu” sıfatını sevdiği için Abdülhamit’e atıfı uygun gördük...
Her fırsatta demokratik bir kurum olduğunu vurgulayan TRT’nin; I. ve II. Meşrutiyet’i de içine alan, Kanuni Esasi’nin ilan edildiği 33 yıllık Abdülhamit saltanatının neden demokrasi değil de istibdat ile anıldığına dair bir belgeseli varsa, oturup kurumun tepe yönetimine izlettirsin.
Kimine göre Sherlock Holmes hikayelerine düşkünlüğünden kimine göre Abdülaziz’in sır ölümünden etkilenerek Osmanlı’nın en geniş istihbarat teşkilatını kuran, kendisine karşı ayaklanma ve darbe girişimlerini önlemek için hafiyeler görevlendiren, muhalif sesleri susturan, halkı jurnalci yapan II. Abdülhamit hazindir ki ne 31 Mart ayaklanmasına ve ne de sonuçlarına engel olamamış tahtına veda etmiştir.
“Yollayın sürgüne” anlayışının sindiremediği birileri çıkmıştır. Hep çıkar!
TRT’de saltanat sürmenin havası saraylı gibi hissettirebilir insana. Allah sonunuzu benzetmesin. Siz filmin sonunu bir kere daha izleyin bence! Özellikle saraya veda sahnesini!


++++++


Taraf’ın finansörü bulundu
Peki Sabah’ın sponsoru kim olacak?

Sehattin Önkibar Sabah’ın kendi kitap şirketi varken, 1001 Kitap Kampanyası için Alkım Yayınları yani Taraf’ın sahiplerinden kitap almasının nedenini sorgulamıştı. Fatih Altaylı konuyla ilgili yeni bir soruyu gündeme getirmiş: “Taraf’ı Sabah basıyor, dağıtıyor. Üstelik “Yaz tahtaya al haftaya” hesabıyla yapıyor. Belli ki, “Basıp dağıtma” sübvansiyonu yetmemiş. Biraz da “Nakit” çıkacaklar. Benim merakla beklediğim Sabah’ın kitap kampanyasına kimin sponsor olacağı. Acaba yine Halkbank veya Vakıfbank mı? Yoksa Türk Telekom mu? Kitapların parasını Sabah üzerinden Taraf’a kim verecek?Var mı bir tahmininiz!”


++++++

Hz. Ömer zekât hırsızlığına “bana ne yahu” der miydi?
Yeniçağ gazetesi köşe yazarı Sabahattin Önkibar 17 Ekim 2008 tarihinde bir yazı yayımladı. Engin Çeber’in işkence altında öldürülmesi olayı ve Almanya’daki Deniz Feneri yolsuzluğu karşısında Mehmet Ali Şahin’in tutum ve davranışlarına ilginç bir yaklaşım olduğu için okurlarımla paylaşmak istedim. Adalet Bakanı, kendi tutum ve davranışını tanımlarken, Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini oluşturan anayasa ve pozitif hukuk kuralları yerine, ortaçağ anlayışındaki dini değerlere vurgu yapıyor. Önkibar yazısında, bu tersliğin üzerinde durmuyor. Tam tersine, Adalet Bakanı’nın sözlerini ve davranışlarını, referans olarak kullanılan dini değerler açısından sorguluyor.
Yönetimin dinsel adalet anlayışını kendi iç tutarlılığı açısından eleştiren yazı bana bu nedenle ilginç geldi.

* * *
Adı: Mehmet Ali Şahin. Engin Ceber’in Metris’te işkence ile öldürüldüğü ortaya çıkınca Ceber’in ailesinden özür dileyen Adalet Bakanı.
Bakan özürden sonra kamuoyundan gelen takdirlere biraz da böbürlenerek şu karşılığı veriyor: ‘Görevimi yaparken Hazreti Ömer gibi olmak isterim. Dicle kenarında otlayan bir kuzuyu kurt kapsa ilahi adalet onu Ömer’den sorar.’ Şanlı Muhammed’in (sav) şanlı halifesi kuşkusuz öyleydi de peki sen ve etrafındakiler öyle midir Mehmet Ali bey?
İlahi adalet Dicle’deki kuzuyu bile sahiplenmeyen Ömer’e hesap sorar da, sana Fenercilerin soygununa kayıtsızlığının hesabını sormaz mı?
Lütfen cevap ver, sadaka soygunculuğu yapıldığı mahkeme sonucu belirlenmiş bir hadise karşısında Halife Ömer hiç ‘Bana ne yahuuu’ der miydi? Sen, Halife’nin neyini örnek alıyorsun Sayın Bakan?...
O serserilerin pirleri, şıhları Türkiye’de, bunu balık da biliyor halik de... Mahkeme de söyledi... Dahası, çalınanlar da burada, yalan mı?...”
Öyle anlaşılıyor ki, iktidar mensupları sadece pozitif hukuka önem vermemekle kalmıyor, kendi referansları olarak kullandıkları dini gelenekler açısından da tutarsızlar!
* Emre Kongar/Cumhuriyet


++++++

Orasını burasını oynattıran röportaj
Özgürlük Türkiye’yi karıştırdıkça özgürlüktür

Şimdi hem size hem de Taraf yönetimine bir sorum var: Babasının, “saçının telini kimse görmesin” diye baskı yaptığı bir genç kız var. Genç kız baskıya karşı önce direniyor, babasını konuşarak ikna etmeye çalışıyor. Olmuyor, çareyi berbere gidip saçlarını kazıtmakta buluyor. Türkiye’de değil ama Türklerin yoğun olarak yaşadığı bir ülkede bulunan bu kızla aylar önce bir röportaj yapıldı. Yapılan röportaj Taraf’ın yazı işleri masasına ulaştı ama oradan bir türlü sayfaya gidemedi... Türban dahil her konuya bireysel özgürlük penceresinden baktığını söyleyen bir gazetenin bu röportajı yayınlamaması bana garip geldi. Özgürlüğü savunursunuz ya da savunmazsınız... Duruma göre pozisyon alırsanız oranız buranız oynamaya başlar.
* Özay Şendir/Süperpoligon

++++++

Hani başörtüsü namustu?
Türban avukatlığı yapmak sapıklığı onaylayana mı kaldı?
Türban düzenlemesinin iptali konusundaki gerekçeli kararını açıklayan Anayasa Mahkemesi’ni en ağır dille eleştiren kimdi dersiniz?
Ahmet Altan!
İsim benzerliği değil; hani şu hayvanlarla cinsel ilişkiden, enseste bir dizi sapık eğilime “normaaaalll, olabiliiirrrrr, kişi isterseeeeee” diye olur veren Ahmet Altan
Hani sekste şiddetin hazzını anlatan, cinayetin çekiciliğinden dem vuran Ahmet Altan!
Hani şu yaşlı kadınlardan hoşlanan varya canım, o işte!
Alevileri, Kürtleri ve solcuları “türbanlılara” desteğe çağırıyor. “Türban için dövüşün” diyor. “Birleşelim ve alalım bu özgürlüğü” diyor.
Neden Ahmet?
Yasakları çiğnemekten duyduğun hazzın uzantısı mı bu yazı? Sapıkça fikirlerini açıklamanın üzerinden geçen 15 yılda konjonktür gereği başörtülü kızları da mı dahil ettin fantazi dünyana?
Sözüm Ahmet Altan’a değil, bir genç kız olarak onunla muhatap olmaktan ar ederim. Sözüm başörtüsünü inancı gereği takan genç kızlara, kadınlara, annelere?
Altan’a kızınızı emanet edermisiniz?
Altan’a namusunuzu emanet edermisiniz?
Eğer hayır ise, Altan’a başörtünüzü nasıl emanet edersiniz?
Eğer siyasi nedenlerle değilse bu mücadele, art niyet yoksa içinde, işiniz devletle, rejimle, ilkelerle değilse kazanmak için sapıklığa olur verenlerle kolkola girmeyin.
Bazen zafere giden her yol mübah değildir çünkü!
Bazen o yolda kaybettikleriniz, zaferinizin kutsiyetini gölgeler!
İster dost, ister abla tavsiyesi deyin;
Sapıklıktan medet umarak, başınızdaki örtüden fazlasını kaybedebilirsiniz!


++++++

Haber alma özgürlüğü kısıtlandı
İlhan Selçuk iddanameyi eleştirmeyi sürdürüyor: “Savcı Öz, medyadan şikâyet eden yazımı suç delili sayarak şu iddiayı ileri sürüyor: ” Bu yazıdan da anlaşılacağı üzere şüpheli İlhan Selçuk gündemi belirlemek ve yönetimi dize getirmek amacıyla ve fazla bir zarar vermeyecek şekilde el bombalarını çalıştığı gazetenin bahçesine attırdıktan sonra beklediği tepki ve sonuçlara ulaşamayınca köşesinde bu şekilde bir yazı kaleme almış ve bombayı atanlardan bahsederken ’kim olduğu bilinmeyen (ya da bilinen) iki terörist Cumhuriyet’e ikinci bombayı da attı’derken parantez içinde ’bilinen’demesi, iki kişi olduklarını söylemesi ve yazısının sonunu da ’biz her zaman üç bombacıyı nereden bulacağız’diyerek bitirmesi şüphelinin eylemden bilgi ve haberinin olduğu yönünde kanaat vermiştir. “
Sen cümlemize akıl fikir ihsan eyle...
Savcı Öz yazının üslubu ve bütünlüğü içinde ne anlama geldiğini bilmiyor mu?.. ”Bilmiyor“ desem savcımı geri zekâlılıkla itham etmiş olurum... ”Biliyor “ desem kasıtlı olduğunu söylemiş olurum ki böyle bir kişinin savcılık makamında oturması mümkün değildir...”
Hürriyet’ten Mehmet Y.Yılmaz da ilk duruşmadan sonra alınan önlemler çerçevesinde davayı ancak altı ajanstan birer muhabirin izleyebilecek olmasının altını çiziyor: Çok özel bir güvenlik sorunu olmadığı sürece bu tür bir kısıtlama, haber alma özgürlüğünün kısıtlanması anlamına gelir. Adalet Bakanlığı, adam gibi bir mahkeme salonu bulmaya çalışacağına, mahkemeyi en kolay yola zorlayarak bu özgürlüğümüzü kullanmamızı engelliyor.

++++++

MİNİ YORUM
Mazlumlar Atatürk’ü sevmez mi?

Dün Asım Özsoy’un STV’de TSK’ya karşı açık saldırıların yapıldığını iddia ettiği e-postasını yayınlamıştık. Özsoy’un aktardıklarına katkıda bulunan Hakan Kasapoğlu, aynı kanalın dizilerindeki detayları yanyana getirmiş, soruyor:
“Kacakçılık yapanların, mafyaların ve genellikle kötü niyetli insanların bulundugu mekanlarda bir sürü Atatürk resmi var. Mazlumlarda ise bu resimler hiç yok. Bu kadar bariz Atatürk düşmanlığı yapılabilir mi?”
* Selcan TAŞÇI

Yazarın Diğer Yazıları