TRT müneccim istihdamına mı başladı

Londra Olimpiyatları Kadınlar Trambolin Yarışması.
TRT 3 spikeri tramboline doğru yürüyen Çinli Huang Shanshan’ı anons ediyor:
- Evet sayın seyirciler şu anda gümüş madalyayı alacak sporcuyu izliyorsunuz. Shanshan az sonra He Wenna’nın ardından gümüş madalyayı alacak!
Kulaklarıma inanamadım. Ama aynı cümleler tekrar, tekrar, tekrar yankılandı ekranda. Yanılsama olmadığına göre demek ki geleceği görebiliyor TRT spikeri!
Çünkü o bu anonsu yaparken He Wenna henüz yarışmış değil.
Ama spiker emin; yarışacak, en iyi dereceyi yapacak, olimpiyat şampiyonu olacak.
Anons ettiği Shanshan da yarışmış değil; ama TRT spikeri onun serisinin sonucundan da emin; iyi yarışacak ama ama Wenna kadar iyi olamayacağından ikincilikle yetinmek zorunda kalacak.
Tekrarını izledim, bu iki Çinli sporcudan önce yarışanları da pikniğe gelmişler gibi anons etmiş; hiç şansları yok ama işte olimpiyat havası almış olsun ezikler! Tavır aynen bu!
Merak ediyorum bir tek TRT yöneticisi arayıp da bu hık demiş Nostradamus’un burnundan düşmüş halli spikere sordu mu:
- Kardeşim kimin kazanacağını nereden biliyorsun; müneccim misin?
Hadi iyi kötü herkes tahminde bulunur, tahmini yorumlarda bulunur ama bu öyle bir şey değil; yarış başlamadan sıralamayı veriyor; şu birinci, şu ikinci, şu üçüncü olacak diyor.
Garantisi mi var?
Ya birinin başı döner, birinin ayağı kayar da düşerse!..
Ki aynen böyle oldu. TRT spikerinin şampiyon ilan ettiği He Wenna serisini muhteşem bir şekilde tamamladıktan sonra, herkes tam da “bitti bu iş” dediği sırada, son inişinde, bitirme hareketinde düşüverdi işte! Değil şampiyon üçüncü bile olamıyordu neredeyse; kılpayı çıkabildi kürsüye.
Altın mı?
Çok bilmiş spikerin “pikniğe gelmiş” muamalesi yaptığı sporculardan birine, Kanadalı Rosannagh MacLennan’a gitti iyi mi!


Atv’deki programda söyledikleriyle ilgili olarak “yine medyayı suçladı” diye eleştiriyorlar Erdoğan’ı. Erdoğan’a mı yoksa o medyaya yağıp esip gürlerken karşısında tasdik memuru gibi kafa sallayan sözüm ona gazetecilere mi kızmalı!

+++

Senaryo yazsan reyting rekoru kırar
Dünkü yazısından sonra İhsan Dağı’nın gazete sayfalarında harcandığı kanaatine vardım.
“Eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün mahkemede verdiği ifade beni eski günlere götürdü. Darbenin bizi alıp götüreceği günlere...” diye başlayan yazısı tam şu satırlara ulaştığında “Ağlamak istiyorum” diye çığlık atma isteğine kapıldım:
“Nereden nereye? Ayışığı, Sarıkız veya Eldiven darbe planları gerçekleşse büyük ihtimalle aynı hücreyi paylaşacak insanlar birbirlerini ’pay’lıyorlar şimdi. Açıkçası ben bu günleri göreceğime o insanlarla bir ranzayı paylaşmayı tercih ederdim. Belki de paylaşacak bir ranzamız bile olmayacak, evlerimizin önlerinde sıkılacaktı kafamıza... ”
Başrolde “acıların çocuğu” var!
Mağduriyet edebiyatı var!
Ajitasyon dersen, nirvanaya ulaşmış!
Tam bizim “Genel İzleyici Kitlemiz”e göre!
Senaryo yazsa reyting listelerini alt üst eder
valla...

+++

Tarihe geçeli çok oldu
“Türkiye’de asker-siyaset, asker-sivil ilişkilerinde taşlar yerli yerine tam olarak oturduğunda, bu bakımdan Hilmi Özkök Paşa’nın demokrasi tarihimizdeki yerinin büyük harflerle yazılacağını düşünüyorum” diyen Hasan Cemal boşa dertleniyor. Hilmi Özkök adı tarihe, hem de devasa harflerle yazıldı: “Askerinin başına çuval geçirilen Genelkurmay Başkanı”

+++

Asıl tehdit dost bildiklerinizden...
Barzani’nin Türkiye’den toprak talep etmesine gıklarını çıkarmadılar, PKK’yı Türkiye Cumhuriyeti ile “eşitlemeye” dönük stratejisinde sakınca görmediler ama İran’ın dünkü açıklamasına pek içerlemişler.
İran Genelkurmay Başkanı Hasan Firuzabadi’nin sözleri “İran’dan Türkiye’ye büyük tehdit”miş, “Şok tehdit” miş, “Ağır tehdit”miş.
Firuzabadi ne demiş:
“Büyük Şeytan’ın (ABD) savaş planlarına yardımcı olmak, Suriye’ye komşu ülkeler için doğru bir temel değildir. Eğer onlar bu temelde hareket ediyorlarsa, o zaman şunu bilmeliler ki, bir sonraki seferde, sıra Türkiye ve diğer ülkelere gelecektir!”
İyi de günlerdir (hatta aylar, yıllardır) Türkiye’deki milli endişe sahibi bir avuç siyasetçi de, stratejist de, akademisyen de, gazeteci de, güvenlikçi de, asker de tekrarlayıp durmuyor mu benzer ifadeleri?
“Uyarı”ları “tehdit” diye savuşturmaya kalkıp yüzüne karşı bas bas savrulan “tehdit”e kulak tıkarsan ortaya çıkan kanlı, yaslı, yaşlı, trajik sonuca şaşmamak gerekli!

+++

Karayılan Kandil’i ihaleye çıkarsın, işi
Türkiye kapmazsa, yüzüme tükürün!..

Kafamıza çuval geçirdiler...
Teşekkür mahiyetinde, Kuzey Irak’taki Amerikan üssü’nü biz inşa ettik. Erbil Havalimanı’nı biz yaptık. Süleymaniye Havalimanı’nı da... Rahat gidip gelsinler diye, tarifeli uçak koyduk.
***
Şahane kampuslarıyla üniversiteler yaptık. Türkiye’nin güneydoğusu’nda dünyaya geldiysen, bu üniversitelere sınavsız kabul ediyorlar. Yurt ücretsiz.
200’er dolar harçlık veriyorlar.
***
İçişleri Bakanlığı binasını, Kültür Bakanlığı binasını, Merkez Bankası binasını, Kürdistan Başbakanlık Binası’nı biz yaptık.
Kuzey Irak’taki Amerikan
Elçiliği binası da bizim eserimiz.
***
Elektriği kim veriyor? E biz tabii... Üstelik, kendi vatandaşımıza kilovatsaatini 20 kuruştan veren hükümetimiz, Kuzey Irak’a 10 kuruştan veriyor. Kullandıkları “ampul” de bizden.
***
İçme suyu şebekesini, kanalizasyonu, arıtma tesislerini, sulama kanallarını, enerji iletim hatlarını, otoyollarını, demiryollarını, köprülerini, tünellerini, viyadüklerini biz yaptık. Plazalar, iş kuleleri, 14’er katlı apartmanlar, bahçeli, havuzlu villalar yapıyoruz.
***
Petrol ve doğalgazı bize satsınlar diye, kendimize, kendi ellerimizle boru döşedik.
***
Sosyal yaşam gelişsin diye, spor salonlarını, alışveriş merkezlerini, sinemalarını, kültür merkezlerini inşa ediyoruz. Çocukları mutlu olsun diye, sevabına oyun parkları kuruyoruz.
***
Yaralı pkk’lıların tedavi gördüğü hastanelerini biz yaptık. Erbil’deki hastanede çalışan bi Türk doktorun röportajı vardı geçenlerde, “buraları İstanbul’dan güvenli” diyordu.
***
Erbil caddelerindeki okaliptüs ağaçları savaş sırasında kurumuştu, vah vah, derhal devreye girdik, sosyal sorumluluk projesi kapsamında, para almadan, palmiye ağaçları diktik.
***
Türk müteahhitlerle ortak iş tutan peşmerge işadamı Hacı Süleyman’a mikrofon uzattı bizim televizyonlardan biri, “geleceğin Dubai’si olacağız, açılımı destekliyoruz” dedi adam.
***
Çöpçülük de bizim... İnsanın koltukları kabarıyor. Belediye binalarıyla beraber, caddelerin, sokakların temizlik ve çöp toplama işini yapıyoruz, ne kadar gurur duysak azdır yani... Kamu hizmetlerindeki garsonluk ve “uşaklık” işine de talibiz, layık görülmemiz an meselesi.
***
2 bin 500 firmamız, 5 bin mühendisimiz, 100 bin işçimiz harıl harıl çalışıyor...
Ki, güzelleşsin Kuzey Irak.
Mesela, en son 7 yıldızlı bi otel yaptık Süleymaniye’de, ismi Güzellik Şehri!
***
Hal böyleyken...
Evlatlarımızı şehit edenler, elini kolunu sallaya sallaya nereden geliyor?
Oradan.
***
Karakollarımız nasıl?
Barakadan.
***
Bildiğin, briket.
Çatıları, teneke.
Gerek yok rokete...
Mermiyle süzgeç gibi oluyor tavan.
***
Bakın, iddia ediyorum...
Sınırdaki kampları, Kandil’deki mağaraları şöyle insanca yaşanır bi hale getirmek için ihaleye çıksın Murat Karayılan...
İşi Türkiye kapmazsa, yüzüme tükürün.
Yılmaz Özdil / Hürriyet

+++

Bu medyaya
her şeyi yedirirsin

...bütün çözümlerin ekseninde etnik bir anlayış var.
Çünkü Kürtler, özerk bir yönetim yapısı istiyor...
Ortadoğu’da emperyalistler, kendileri dimdik ayakta iken ve ulusal bütünlüklerini sapına kadar korurken, farklı etnisite ve mezhep zenginlikleri olan ülkeleri (Türkiye dahil) bölüp parçalamaları, şüphesiz ki bu sürecin temel dinamizmidir. AKP iktidarı da bu konuda tam kördür. Yanıbaşında oynanan oyunları fark etmemesi mümkün değildir.. Acaba diyorum, bu emperyalist parçalama oyunundan kendilerine, Türkiye’ye de bir pay düşer, biçiminde bir ham hayal peşindeler mi?
Aslında, Davutoğlu- RTE ikilisinin Suriye gibi Ortadoğu ülkelerini ’bizim Osmanlı arka bahçesi’biçiminde veciz bir şekilde dile getirdikleri “stratejik derinlik” politikası, Ortadoğu’da biraz da bu düşü barındırıyor. Türk-Kürt federasyonu laflarını anımsayın... CIA’cıların Ortadoğu’da büyüyen Türkiye pompalamalarını düşünün... Bir ülke kendi bütünlüğü için derin endişeler içindeyken... Yersen tabii... Ama bizim medyaya her şeyi yedirirsin!
Orhan Bursalı / Cumhuriyet

+++

The New York Times yazıyor: “AKP iktidarı Türk ordusunu evcilleştirdi.” Biz o kadarını bilmiyoruz... Bildiğimiz, cezaevcilleştirdiği...
Haldun Ertem / Milliyet (Açık Pencere)

+++

Amerikan tuzağı
Başbakan (...) ülkeyi bu noktaya kimin getirdiğini es geçiyor...
- Ucu açık bir “açılım” kampanyasıyla büyük beklentiler yaratıp bu beklentileri karşılamayarak...
- Terör örgütü silah bırakmadan pazarlığa oturarak...
- Ölçüsüz vaatler verip onları karşılamayarak...
- ABD ve Irak’ı Kandil konusunda sıkıştıramayarak...
Terörün tırmanmasından hangi merciin sorumlu olduğunu açıklamıyor! Bir de şu son ve zavallı tabloya bakınız...
Türkiye ABD çıkarlarına uygun olarak Suriye’de hükümet darbesi düzenlemeye çalışırken, ABD kontrolündeki Irak’tan gelen teröristler de Türkiye’yi vuruyor. Kürt devletinin Türkiye ayağının inşası için de çalışmalar başlatılıyor.
Ankara ABD tarafından tuzağa düşürüldüğünü görmüyor mu, görmek mi istemiyor?
Melih Aşık Milliyet

+++

Barzani’den dost olur mu?
Ankara, kimin dost, kimin düşman olduğunu bile doğru ayırt ediyor mu, şüphelidir. Kuzey Irak’taki Kürt bölgesel yönetiminin başkanı Barzani dün PKK’nın Hakkari’de düzenlediği saldırıları kınayarak barış görüşmelerinin önünü açmak için iki tarafa da ateşkes çağrısı yaptıklarını söylemiş... Bu çağrı yetmiş milyonluk Türkiye’ye hakarettir. Oysa Ankara, TC Devleti ile PKK terör örgütünü eşit sayan Barzani’yi, şimdiye kadar hiçbir iyiliğini görmediği, ondan her fırsatta en azından hakaret gördüğü halde dost saymakta inat etmektedir.
Bu yalpalama sürdürülemez. Millet Meclisi ülkenin kaderine el koymalı, yapılan hataları saptamalı, tecrübelerin ışığı altında bir ulusal politikanın tayin edilmesini talep etmelidir.
Güngör Mengi / Vatan

+++

Erdoğan’ın
“tanrı-imparator”larla
ne alakası var


Ayasofya’da bulunan Constantin Monakomos ve Zoe
freski İnsel’in tarifine uyan hükümdarın en ünlü
örnekleri arasında...


Sezaro-papizm (Cesaro-papisme) kavramı 19. yüzyıl ortasında icat edildi. Hükümdarın ruhani görevleri de uhdesine alması, dünyevi ve ruhani iki meşruiyete sahip olmasını tanımlar. Hıristiyanlık öncesi pagan geleneğin Hıristiyan dünyasına taşınmasıyla hem imparator hem dini otorite olan iki başlı hükümdar geleneği oluştu. Papalık uzun bir dönem böyle bir devletti. Papa ile diğer siyasal otoritelerin rekabeti, kilise ile hükümdar, uhrevi ile dünyevi arasında bir fark yarattı. Bu çatışmanın olmadığı Doğu Roma coğrafyasında ise hem imparator hem dini otorite olan Bizans hükümdarlığı oluştu. Osmanlı İmparatorluğu’nda Bizans geleneğinin izleri devam etti. Daha sonra halife sıfatını da alan Osmanlı imparatoru, kâğıt üzerinde sezaro-papist rejime uygundu. Ama sultanlar din konusunda görüş beyan etmek yerine, dini otoriteyi atayarak bu ruhani meşruiyetlerini kullandılar.
Türkiye Cumhuriyeti de Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kurarak bu geleneği hükümdarın şahsından bağımsızlaştırdı, kuruma atfetti. Böylece hem resmi dini olmayan hem de olan, kendine özgü bir laik cumhuriyet rejimi kuruldu. Diyanet, ’kilise gibi kutsal bir otoritesi olmayan’ ama ülkede fetva vermeye yetkili resmi kurum olarak dini otoriteyi temsil ediyor.
(...)
Dini temaları siyasete malzeme yapmanın adı değildir sezaro-papizm. Siyasal iktidar mevkiinde oturan kişinin dini konularda değerlendirmeler yapması, fikir yürütmesi hatta yargıda bulunmasıdır. Bugün Türkiye’de Tayyip Erdoğan’ın kişisel eğilimi nedeniyle böyle bir görünüm sergiliyor iktidar.
(...)
5 Ağustos’ta yaptığı söyleşide Alevilik konusunda, nasıl nerede ibadet edileceğini kesin hükümlerle tanımlıyor. (...) Müslümanlığa neyin uyup neyin uymadığını Başbakan olarak Erdoğan mı belirleyecek?
(...)
Başbakan, daha önce kendini ’İstanbul’un imamı’ olarak tanımladığı gibi, sanki şimdi kendini Türkiye’nin imamı olarak algılıyor hissi veriyor. Bir başbakan olarak kendini aynı zamanda Türkiye’nin imamı olarak hissetmek, böyle davranmaktan kendini alıkoyamamak, sezaro-papist kavramının tanımladığı durumun yeni zamanlara adapte olmuş bir versiyonu olarak değerlendirilemez mi?
Bu benzetme abartılı bulunabilir elbette. Bu abartıya neden olan ise bir endişedir. Tarihte sezaro-papist yönetimler siyasal muhalefetin kendini din ayrılığı üzerinden ifade etmelerine neden oldular. Din savaşlarına yol açtılar. Endişemiz bundandır.
Ahmet İnsel / Radikal

Yazarın Diğer Yazıları