Toplumun sinir uçlarına dokunmak!
İstanbul Karaköy'de, yolda yürüyen iki başörtülü kadına durup dururken saldırmak sıradan bir olay değil muhafazakar kesimin reflekslerini harekete geçirmek amaçlıdır.
10 Kasım Programı kapsamında, Atatürk fotoğrafının önünde secde eder gibi görüntüler de iyi niyetli değildir.
10 Kasım'larda Atatürk'ün heykellerine ya da dini simgelere yönelik saldırılar toplumsal refleksleri test etmek amaçlıdır.
Anıtkabir'de slogan atmak da sonu nereye varacağı belli olmayacak şekilde toplumu kışkırtmaktır.
Milli ve dini değerleri aşağılayarak, çiğneyerek toplumsal reflekslerin harekete geçirilmesinin örneklerini geçmişte Türkiye çok yaşadı. Maliyetini de çok ağır biçimde ödedi.
Toplumun sinir uçlarına dokunarak toplumsal refleksleri harekete geçirmek en yıkıcı stratejidir. Bu stratejiyle 12 Eylül öncesindeki toplumsal katliamlar toplumun sinir uçları tahrik edilerek gerçekleştirilmiştir.
Sivas, Kahramanmaraş, Çorum, Malatya vb. toplumsal olaylar dini, milli, etnik ve mezhebi hassasiyetlerin kaşınmasının ürünüdür.
Siyaseti her yere sokmak!
Toplumsal duyarlılığın yüksek olduğu yerlerin tahrik edilmesinin engellenmesi uzun yıllar boyunca Türkiye'de siyasi stratejidiydi. Türk milletinin yakın geçmişinde cami, kışla, okul ve yargıya siyasetin sokulmaması bu stratejinin ürünüydü.
Siyasetin ya da tahrikin kışlaya sokulması, Türk Tarihinin en büyük facialarından olan Balkan yenilgilerinin yaşanmasına neden olmuştu. Bu yüzden 550 yıllık vatan toprakları bir ayda bu yüzden elden çıkmıştı...
Unutulmamalıdır ki, 31 Martlar, Şeyh Saitler, Seyit Rıza'lar ve Derviş Vahdeti'ler dinin siyasete alet edilmesinin sonucudur.
Siyasetin okula ve emniyete sokulmasının sonuçlarını ise 1980 öncesinin ideolojik terörünü yaşayanlar bilir.
Türkiye'nin ayrıştırmaya, ötekileştirmeye ve kamplaştırmaya değil birleştirmeye ve bütünleştirmeye ihtiyacı vardır. Kalplerin bir vurduğu ülke güçlü olur, bütün kalır. Nitekim millet de aralarında manaları ortaklaştırmış halka denir.
Anıtkabir kuruluş ve var oluşu, cami manevi değerleri, kışla vatan duygusunu, okul bilgiyi ortaklaştırır.
Okul, kışla, yargı ve cami gibi değerler bir yandan manaları ortaklaştırırken diğer yandan insanları sosyalleştirir.
Bu yüzden dünün bazı sorumlu devlet yöneticileri haklı olarak kışlaya, okula, camiye ve adalet sarayına siyasetin sokulmaması gerektiğini söylemişlerdi. Eskiden kutsallara dokunulmaz ve hiç olmazsa kışlaya, okula, mabede siyaset sokulmamasının doğru olduğu bilinirdi.
2019 Türkiye'sinde siyasallaşmayan hiçbir değer kalmamıştır.
Günümüzde açıktan açığa siyaset-din, yargı-siyaset, eğitim-siyaset, asker-siyaset birbirinin içine sokulmuştur. Ümmetin/Milletin olması gereken din siyasi partinin ve tarikat şeyhlerinin dini haline gelmiştir.
Siyaset her yere sokulunca her yerde toplum ikiye ayrıştırılmış, kutuplaştırılmıştır. Böyle bir toplumsal yapı bir kıvılcımın kitleleri birbirine düşürecek büyük toplumsal katliamlara neden olabilecek potansiyeli taşıyor demektir. Geriye insanları birbirlerinin gırtlaklarına sarılmalarına neden olacak bir kıvılcım kalmaktadır. Onu yapacak da binlerce gafil ve hain karakterli adam her köşe başında hazır beklemektedir.
Siyasi ve sosyal hayat, belirli bir düzene göre varlığını sürdürür. Toplumun iradi varlığını ve meşru temelini onu meydana getiren elemanların birbirleriyle uyumu tayin eder. Bir ülkenin gücü de onu meydana getiren kurum ve kuralların gücüyle ölçülür. Kurum ve kuralların yıkılması ya da sınır ve ölçülerin aşılması, sonuçta devletin hasar almasına neden olur.
Devletleri, sanıldığı gibi düşmanlarının gücü değil; kendi güçsüzlükleri ve içine düştükleri bitmek tükenmek bilmeyen çekişmeler yıkar. Bu bakımdan kurumların başındakiler gerilim, ayrıştırıcı ve ötekileştirici tavırları terk etmelidir. Sivil, siyasi, asker, imam, öğretmen kim olursa olsun buna herkesin azami özen göstermesi gerekir.
Toplumun sinir uçlarına daha doğrusu milli ve dini değerlerine kimsenin dokunmasına izin verilmemelidir!