Top atılsa uyanmaz
Bir dokun bin ah işit misali biz bu sütunlarda yazdıkça yüzlerce e-posta ile okuyucularımız, dostlarımız düşüncelerini yansıtıyor. Elbette isyan da umut da var. Ancak karamsarlık had safhada. Terörün had safhaya çıktığı şu günlerde üniversitelerimizin suskunluğuna anlam veremiyoruz. Ne öğretim görevlileri ne de umudumuz gençler beklenen tepkileri sergilediler. Cumhuriyeti kuran iradenin en önemli sac ayağı olan Harbiye-Mülkiye-Tıbbiye'de eğitim müfredatı mı değişti.
Hiç bir Devletin geleceği, tarihinden ve coğrafyasından ayrı değerlendirilemez. Bir devleti güçlü ya da güçsüz kılan bir çok kıstas vardır. Bunlar; Harbiye'nin de Mülkiye'nin de daha birinci sınıfında öğretilmeye başlanır. Genelde ilk olarak nüfus yapısının ne kadar önemli olduğu vurgulanarak anlatılır. Genç-dinamik, iyi eğitimli, vatandaşlık bilincine sahip, dünyayı okuyabilen insana sahip olmak çok önemlidir örneğin. Sonra devletin askeri gücünün etkisi anlatılır. Genç bir Siyasallının, Harbiyelinin bu maddelerden ordusunun kabiliyeti maddesini anlaması kolaydır. Ne kadar savaşabilir askeri var ne kadar yedek güçleri var, uçaklarının, tanklarının, toplarının, helikopterlerinin, çıkartma gemileri, destroyerleri ve uçak gemilerinin hem yetenekleri hem sayısı değerlendirmede önemlidir. Ama hükümetinin ve insan kaynağının kalitesi maddesini anlaması için hocalar ayrıntıya girerler. Yine de 18 yaşında bir gencin tam olarak anlamasını beklemezler. Üst sınıflar da tekrar tekrar bu konu konuşulur.
***
Bunları neden yazıyorum? Bugün ülkemizin yaşadığı sorunların temel nedenlerinin başında yukarıda bahsettiğim anlatması da anlaması da zor olan bu maddeler gelmektedir.
Hepimizin çok iyi bildiği kumpas ile TSK da yıpratılmış ve maalesef koca Türk ordusunun düşman için caydırıcı pozisyonu da yıpratılmıştır. Artık kesin olarak askerimize kurulan "Sırtlan pusunun" (E.J.Kur.Alb. Mustafa Önsel'in kitabının adıdır ki mutlaka okunmalıdır!) aslında bugünler için yapıldığını tespit edebiliyoruz. Gerçi biz bu tespiti daha o zaman yapmıştık ama ne yazık ki yapamayanlar çoktular. Bu dava artık bir ülkenin insan ve hükümet kalitesi maddesinin anlatılmasının somut örneği olarak anlatılacaktır. En azından "kandırılmaya müsait olmayan liyakat ehli bir hükümet" gerektiğini anlatmak daha kolay olacak, hocalar için. Hocaların işi kolaylaştı ama maalesef Türkiye Cumhuriyetinin hem asker hem sivil kişilerinin işi çok zorlaştı. Neyin doğru neyin yanlış olduğu bile bir bilinmeze dönüştü. İşte bütün bunların alt yapısını bu "kalite" maddesinin ihlal edilmesinde buluyoruz.
***
Öyle ki Türkiye'nin her açıdan "kırmızı çizgilerini" her zaman herkes bilirdi ama pek dillendirmezdi örneğin. Devletin gizli belgelerinde yazmaya bile gerek olmayan hayati çizgilerdi onlar. Dillendirmeye lüzum yoktu! Eğer o çizgi aşılırsa, aşan nasıl bir sonuca katlanacağını tahmin ederdi. İnanın tahmin etmesi yani bir başka deyişle başına geleceği hayal etmesi, başına gelmesinden daha çok ürkütür, korkuturdu! Yine bizim için vazgeçilmez olan her türlü manevi değerimizi de herkes bilirdi. Kimse her gün her fırsatta televizyonlarda, meydanlarda bunları dillendirmezdi ama eğer bu değerlere bir saldırı olursa başına gelecekten emin olurdu.
Ya şimdi ne oldu? Bütün maddi manevi çizgilerimiz siyaset sofrasının salatasına malzeme yapıldı! Her gün her mecrada yüksek seslerle ağızlarda çiğnene çiğnene eritildi, bitirildi. Kısaca artık milletimiz o dokunulmaz değerlerimize karşı duyarsız bir hale getirildi. Bilerek ya da bilmeyerek yapılan şey; koca bir tarih boyunca ilmik ilmik dokunulmuş değerlerimizin Sultanahmet Meydanı'nda satılan ikinci kalite "Türk kilimi" seviyesine indirilmiş olması oldu.
En sonunda da hepimizi, Ankara'nın kalbinde patlayan bombanın sesi bile uyandıramaz hale geldik. Hani "Top atılsa uyanmaz!" deyimine inanmak zor gelirdi ya biz onu bile yaşayarak öğrendik.