TL krizi buhrana dönüşür mü? (II)
Dün bu köşede, yaşamakta olduğumuz krizin, TL krizi olduğunu, kronikleştiğini ve etkilerini de yaşadığımızı ifade etmiştim. Artık ekonomide kritik olan; ''''TL krizi buhrana dönüşür mü? Hangi şartlarda dönüşmez?'''' sorusuna cevap bulmaktır.
Dün kur şokunun devam etmesine rağmen MB''nin faizleri Cumhurbaşkanının isteğine uyarak bir puan indirmesi, aslında buhranın pimini çekmesi demektir.
Buhran, krizlerin en ağırıdır. Türkiye Cumhuriyet tarihinde bir tek 1929 ve sonrasında dünya buhranı nedeni ile aynı buhranı yaşadı.
ABD''de başlayan buhrana yol açan nedenlere bakarsak;
ABD''de buhran öncesi piyasada spekülasyon oluşmuştu. Söz gelimi 1926 yılında Florida''da gayrimenkul fiyatları patladı. Türkiye''de de özellikle pandemi nedeni ile yazlıklarda fiyatlar balon yaptı. Söz gelimi Bodrum''da, iki yılda fiyatlar üç ile beş kat arasında arttı.
ABD''de 200 büyük şirket piyasanın yüzde ellisini elinde tutuyordu. Türkiye''de kamu tekelleri özelleşti. Kamu-özel iş birliği ihaleleri sınırlı sayıda müteahhide, talep ve dolar garantili ihale verildi. Piyasada oligopol yapı oluştu, bankalarda kartelleşme oldu ve stokçuluk arttı.
Başkan Hoover devleti dışladı. Piyasa-devlet optimum dengesi bozuldu. Ayrıca Hoover''in başarısız ekonomi yönetimi, ekonomiyi buhrana götürdü. Türkiye''de AKP iktidarı ilk gününden beri IMF''nin çizgisinde devleti dışladı. Ekonomi yönetimini söylemeye dahi gerek yok, çünkü yaşıyoruz.
1929 buhranında Türkiye''de;
*Tarımsal ürünlerde fiyatlar yüzde 30 geriledi. Tarım nüfusunun satın alma gücü düştü.
*Dış ticaret hacmi daraldı. 1929 yılında 411 milyar lira olan dış ticaret hacmi, 1933''te 171 milyar liraya geriledi. Türkiye dış ticarette ihracat karşılığı ithalat sistemi olan kliring rejimi uyguladı.
*Millî gelirde 1930 yılında yüzde 2,5 oranında düşük büyüme yaşandı. 1932 yılında ise yüzde 10,8 oranında daraldı.
Bugün siyasi iktidar buhrana giden şartları hızlandırıyor.
Cumhurbaşkanı gerçekleri görmüyor veya görmek istemiyor. Zira hâlâ halkı faize ezdirmem diyor. Ancak bugüne kadar bu faiz ısrarı yüzünden Türkiye üç kur şoku yaşadı. Yüksek kur halkı yoksullaştırdı.
Kredi faizleri MB gösterge faiz oranı kadar düşmedi, ama düşse de hukuki güven ortamı yok, şirketler kayyum ve denetimle tehdit altında, kimse yatırım yapmıyor.
İçeride ikame yatırım yapılmadığı için yüksek kur, ithal girdi oranını düşürmedi. Eylül-Ekim aylarında altın ithalatında düşme cari fazla yarattı. Ama altın hariç ithalat yine ihracattan fazla arttı.
Enflasyonla mücadele zorlaştı. Çünkü, kur şokları üretici ve tüketicide panik, piyasada kaos yarattı. Ayrıca değersiz TL tüketimi artırdı ve tasarrufları düşürdü. Tasarruflar ölü yatırımlara gitti. Mal ve hizmet arzı daraldı. Mamafih ayçiçeği gibi yağların satışında kısıtlama başladı.
Şirketlerin, bankaların, Türkiye''nin döviz cinsinden borçlarının TL maliyeti arttı, yeni borçlanma maliyetleri arttı. Böyle giderse, iflaslar artar, borsa çöker ve Türkiye dış borçlarında temerrüde düşer. Bunlar buhran demektir.
Faiz ısrarı ve yüksek kur ekonomide buhran riskini artırdığına göre neden aynı yolda ısrar ediliyor?
Toplum zaten kaybetti. Kaybedeceği de açıkken, buhrana yol açacak bir faiz ısrarı ve getirdiği yüksek kurdan kim kazanır?
Kur artışlarından tek kazanan, kamu özel iş birliği yolu ile talep ve kur garantisi verilen, devletin dış borçlarına talip olduğu müteahhitlerdir. Bunlar kimdir ve neden Türkiye''den daha önemlidir?