Tevbe Sûresi ve Nusrâ cinâyetleri!
Suriye’de iç savaş yaşanıyor. Bir tarafta Esad kendi halkına zûlmediyor.
Diğer tarafta ise, Esad zûlmünü lânetleyen ‘Özgür Suriye Ordusu’ve onlara destek veren grupların Esad’tan hiçbir farkı olmayan zûlümleri var.
Yakaladıkları Esad askerinin kalbini söküp dişlediklerinde ve yol kesip sorguladıkları üç kamyon şoförünü acımasızca öldürdüklerinde Esad’ın zâlimliğiyle donanıyorlar.
Youtube’ta yayınlanan ve sosyal medyada paylaşılan videolardan birinde, Nusrâ savaşçılarının alıkoydukları üç Suriyeli kamyoncuyu sorgulama görüntüleri var.
Önce Suriye ve Suriye’de ölenler hakkında ne düşündüklerini soruyorlar kamyonculara. Cevap “Orduyla falan ilişkimiz yok” şeklinde geliyor.
Ezan okumalarını istiyorlar, Fecir ve öğlen namazının kaç rekat olduğu soruluyor; cevaplar yanlış. Nusayri olup olmadıkları soruluyor. Başta reddettikleri Nusayriliği çâresiz kabul ediyorlar, fakat ölüme ne kadar yaklaştıklarını anladıklarından Esad’la hiçbir alâkalarının olmadığını ısrarla söylemeye çalışıyorlar.
“Tamam” diyor Nusrâ savaşçısı, “İmtihan bitmiştir”.
Yolun kenarına diziyorlar ve onlarca mermi sıkarak katlediyorlar üç Nusayri kamyon şoförünü.
Fâcia devam ediyor videoda tekbirler arasında, cinâyet görüntülerinin üzerine Tevbe Sûresi’nin 14. Âyeti ve 15. Âyetin ilk kısmı okunuyor, belli ki özellikle tercih edilmiş:
“Savaşın onlarla! Allah elinizle cezâlandıracak onları; hor ve hakir kılacak; sizi de onlara karşı yardımıyla destekleyecek ve inananların içlerini ferahlatıp, içlerindeki öfkeyi yatıştıracak”.
İşledikleri hunhar cinâyet için yetkiyi bu âyetlerden almışlar.
Peki bu âyetler Nusrâ’nın cinâyetlerine cevaz veriyor mu; asıl soru bu. İlgili âyetlerde Hudeybiye Paktı’na müşriklerin ihânet edecekleri/ettikleri noktasından hareketle müslümanlara ‘Mükâtele’izni ve hatta emri veriliyor.
‘Mükâtele’ kelimesi belirleyici burada. Emir sadece ‘tek taraflı olarak bulduğunuzu öldürün’ olsaydı, fiil ‘mükâtele’değil ‘fektulû’olurdu. Bu âyetlerde, vezin mukâtele masdarından ‘qâtiluu’ şeklinde geçmektedir ki bu fark, basit bir gramer meselesinin ötesine taşımaktadır âyetin anlamını. Çünkü ‘fektulû’şeklinde geçtiği bir iki âyet daha vardır, ‘Bakara Sûresi’nde olduğu gibi; ‘qâtiluu’ kelimesi olan her metinde savaşa yani silahlı karşılaşmaya gönderme vardır. Bu durum, savaş hâlinde dahi sivilleri otomatik olarak dışlar.
14. Âyet’ten önce -sibâkında- 12. Âyet’te dikkat çeken bir emir vardır:
“Eğer antlaşmalarından sonra yeminlerini bozarlar ve dininize saldırırlarsa, küfrün önderlerine karşı savaşın. Çünkü onlar yeminleri olmayan adamlardır. (Onlara karşı savaşırsanız) umulur ki küfre son verirler.”
Burada, “anlaşmalarını bozarlarsa ‘önderleriyle savaşın” diye bir detay vardır ki, bu detay pek çok hadis ve fıkhî kâideye ek olarak bu tür sivilleri dışarıda bırakan delillerden birisidir. 6. Âyet ayrıca dikkat çekicidir. Bırakınız Nusayri, Şii, Hıristiyanı, bir müşrik ‘eman dilerse’ ona güvenlik verilmesi emredilir ki, İslâm belki de kulağına(gönlüne) girsin diye.
Medine döneminde yirmiden fazla savaşta düşman tarafından ölen insanların sayısı yaklaşık olarak 250, müslümanlardan şehit olanların sayısı da yaklaşık 150 civarında olarak nakledilir. Yani sivillere dokunulmadığı aşikârdır. Suriye ordusu sivil mü’minleri öldürse dahi, müslümanların sivilleri bağışlaması gerekir veya esir alması. Esir sivilse zaten dokunulmayacaktır, değilse de zaten iyi muamele edilecektir.
Nusrâ, ‘Nusayri mi Sünni mi?’ sorgusundan hareketle ‘müşrik’ sonucuna varıp katlediyor. Okudukları Tevbe Sûresi’nin âyetleri ise şüphesiz diğer pek çok âyetle birlikte Kuran’ın bütünlüğü içinde ve ‘Sünnet-i Sahiha’ dairesinde anlaşılmalıdır.
Tabii bunu anlamak için evvelâ ‘mümin nâmusu’ gerekmektedir.
Fakat görünen odur ki, ‘mümin nâmusu’ ne Esad’ta ve askerlerinde vardır, ne de ‘Özgür Suriye’yi sivillerin kanları üzerine kurmaya çalışanlarda. Kurân âyetleri, siyâkına, sibâkına, nüzûl tarihi ve sebebine bakmaksızın ve böyle bir endişe duymaksızın cinâyetleri için cephâne olarak kullanılmaktadır yalnızca.
Acı olan şudur ki, Diyânet İşleri başta olmak üzere Türk ûlemasının bunlara kayıtsız kalması hatta hakikatleri politik vazifeleriyle örtmeleri. Suriye’deki Esad zulmünü dillerine vird edinenlerin Esad sonrası için hiçbir endişeleri yoktur, ne İslâm adına, ne hakikat adına, ne ümmet adına, ne medeniyet adına ne de insanlık adına.
Not: Bahse konu videonun linki: http://www.youtube.com/embed/N8XALUmXLMg?rel=0