Teşkilatın gazeteci kılıklı “görevlileri”
Cengiz Çandar’ın ‘Soros Türkiye Şubesi’ne hazırladığı raporun hemen ardından vizyona sokulan ‘Kandil Ulağı -2’ye dair şöyle diyor Özcan Yeniçeri:
“Öyle görünüyor ki olay yalnızca bir gazetecinin habercilik sevdasıyla Kandil’e çıkması değildir...”
***
Hasan Cemal’in sevdası gazetecilik olsaydı eğer, “orduyu darbeye kışkırtmak için kamuoyu oluşturmada görevli beyin takımı”nda yer almaz, Türkiye’nin 12 Mart 1971’e sürüklendiği günlerde, Devrim dergisinin yazı işleri müdürüyken, bir öğrenci yürüyüşünü fırsat bilip Sıhhıye Orduevi’ne bomba atılmasını planmazdı değil mi?
Oysa bakın nasıl anlatıyor “Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım” adlı “başyapıt”ında o günkü duygularını:
“DEV GENÇ Başkanı Ertuğrul Kürkçü yönetiyordu mitingi. Ben Sıhhiye’de bir yerde heyecanla bekliyordum.
O da ne?... Kürkçü konuşmasını bir sürprizle noktalıyor. Öğrenci kitlesini Sıhhiye’ye, Orduevi istikametine değil, tam aksi yöne Ulus tarafına yürütüyor. Toplum polisini, o zaman ki deyişle, ‘frukoları’hedef alan bombalı tuzağımız yatıyor.”
Hasan Cemal’inki “bir gazetecilik sevdası” olsaydı “Özal’lı Yıllar”ın kaymağını yemek için takla atmak yerine, o kaymağı, yiyenlerin boğazına dizerdi değil mi?
Hasan Cemal’inki “bir gazetecilik sevdası” olsaydı eğer, yakın tarihin yönünü değiştirebilecek bir çok önemli virajı yazmak için “zaman aşımı” süresinin dolmasını beklemezdi, “haber” dediğiniz şeye “turşuluk malzeme” muamalesi yapıp “saklamayı” tercih etmezdi değil mi?
Hasan Cemal’inki “bir gazetecilik sevdası” olsaydı önce “bir arkadaşı tarafından kazayla öldürülen devrimci genci ülkücülerin vurduğunu iddia ederek Ankara’yı ayağa kaldırıp” sonra da pişkin pişkin şunları yazmazdı.
“Tabancayla rus ruleti oynarken yakın arkadaşı Nejat Arun tarafından kaza sonucu vurulmuştu. Nejat’ın kaçarken bıraktığı kanlı el izlerini silenler arasında, Cengiz Çandar da vardı. Ve olay örtbas edildi.
Hemen ertesi gün Ankara’da “Anayasa’ya Saygı” yürüyüşü düzenlendi.
Faşizmi telin için!”
Hasan Cemal’inki “bir gazetecilik sevdası” olsaydı eğer bir cinayetin örtbas edildiğini bildiği halde bunu kamuoyundan gizlemezdi
değil mi?
Mustafa Kuseyri cinayetinden bahsediyorum.
Tıpkı Hasan Cemal gibi, Cengiz Çandar’ınki de “bir gazetecilik sevdası” olsaydı eğer cinayet delillerini karartmak suçuna ortaklık değil, karanlıkta kalan delilleri aydınlığa çıkarmak olurdu ilk işi değil mi?
Cengiz Çandar’ınki “bir gazetecilik sevdası” olsaydı eğer, hapiste yatmamak için kaçıp “emperyalizmle mücadele” diye yutturduğu Filistin günlerine, -Faik Bulut’un ifadesiyle- “Şahin Alpay’la Suriye toprağını öperek” değil, o anın bütün detaylarını not tutarak başlaması gerekirdi değil mi?
Cengiz Çandar’ınki “bir gazetecilik sevdası” olsaydı öldürülen MİT’çi Hiram Abbas tarafından “teşkilattan” ilan edilmezdi herhalde! Ki “gazetecilik” olsaydı Çandar’ın sevdası, TESEV’e hazırladığı raporun bir köşesine, bir başka MİT’çi Sönmez Köksal’la olan “ilişkisi”ni de iliştirmesi gerekirdi değil mi?
Cengiz Çandar’ınki “bir gazetecilik sevdası” olsaydı eğer, Abdi İpekçi’nin “varlığını öğrendiği” için öldürüldüğü “kontrgerilla”nın merkezine girip de “sağlıklı bir ömür sürebilmenin sırrı”na dair yazılmış üç beş cümlesi olurdu değil mi?
Cengiz Çandar’ınki “bir gazetecilik sevdası” olsaydı eğer, Karen Fogg’la “Türk milletini uyuyan güzele dönüştürme pazarlığı” yapmak yerine, AB güdümlü toplum mühendislerinin ipliğini pazara çıkarırdı değil mi?
Madem ateş olmayan yerden duman çıkmaz;
Cengiz Çandar’ınki “bir gazetecilik sevdası” olsaydı, daha 1993 yılında Milliyet gazetesinde hakkında şu manşet atılır mıydı canım:
“Gazeteci mi, komplocu ajan mı?”
***
Hoş zaten bunların içinde zerre gazetecilik sevdası olsaydı, bu milletin başına geçirilmek üzere, yüz yıldan fazladır örülen o çoraba “Kürt isyanı” demez, adlı adınca söylerlerdi satışa sundukları “marka”yı:
Önce İngiliz, sonra Amerikan; velhasıl emperyalizm işgali!
Aklıma Necati Doğru’nun 12 Mart 2008 tarihinde Hasan Cemal, Cengiz Çandar ve Mehmet Ali Birand’ı işaret ederek sorduğu o soru geldi:
“Gazeteci midirler, yoksa “devlet(!)”in gazeteci kılığına sokup gizlediği görevlileri midirler?”
Hükümet; Hasan Cemal gibi siyasi ajan konumundaki gazetecileri de kullanarak Kandil’deki teröristlerle de bağlantıyı sürdürüyor.
+++
Kandil’iniz mübarek olsun
...Genç gazeteci kardeşim Vedat Yenerer aradı:
“Sevgili Ali Abi,
Ayşenur Aslan’ın CNN Türk’teki programında ’Kandil’e giden muhabirler muhalifse yargılanıyor, ama izinli gazetecilerdense onlara ’Kandiliniz mübarek olsun deniliyor’ dediniz. Bu çok doğru. Ama hiç kimse tarafından söylenmemişti... Tüm gazeteciler bunu biliyor. Kimisi ya işbirlikçi ve yandaş, kimisi de korktuğu için ifade etmiyor.
22 Şubat 2008’de Ergenekon davasından tutuklandım. İddialardan biri gözaltına alınmadan birkaç gün önce çıkan ’Kanlı Kukla PKK, Bir Terör Örgütü Gerçeği’ adlı kitabımda yer alan fotoğraflardı. Savcılar, Cumhuriyet gazetesinde çalıştığım yıllarda PKK kamplarında yaptığım röportajlarda çektiğim ve kitaba koyduğum fotoğrafları delil olarak mahkemeye sundu ve ’Her gazetecinin PKK kamplarına gidemeyecek olacağı düşünülürse, Vedat Yenerer PKK ile Ergenekon terör örgütü arasındaki koordinasyonu sağladığı....’ şeklinde onurumu kıran korkunç bir iddiada bulundular. 11 ay sonra mahkemeye çıkıp, bu fotoğrafların yazdığım kitaptan alındığını; bu fotoğrafların ayrıca yıllar önce gazetede yayımlandığını ifade ettim...”
***
Ben sıkıyönetim döneminde askeri mahkemede yargılandım. Vedat ise ileri demokrasi döneminde Silivri’de sivil mahkemede yargılanıyordu.
Değerli okurlar. Bütün bunlara ekleyecek başka bir sözüm yok. Ben de Vedat kardeşimin temennisiyle son veriyorum yazıma:
- Allah sonumuzu hayretsin!
Ali Sirmen / Cumhuriyet
+++
Çandarspor açık tribünü
Tarihsel bir kırılma noktasından geçtiğimiz şu günlerde, Başbakan hem tarihsel bir fırsatla hem de tarihsel bir sorumlulukla karşı
karşıya...
Cengiz ve Hasan’a teşekkürler, sevgiler...
Oral Çalışlar / Radikal
***
Cengiz Çandar, TESEV’in desteğiyle, ülkenin geleceği açısından olağanüstü değerde bir çalışma yaptı.(...) İşte hükümete Kürt sorununu çözmek için gereken yol
haritası!
Şahin Alpay / Zaman
***
Birçok konunun halen adının konulmasından bile kaçınılan, çoğunluğun karnından konuşmayı bırakmamaktan vazgeçmediği ’Kürt meselesi’ açısından bu çalışma çok önemli ve olumlu bir adım.
Nuray Mert / Milliyet
***
Çandar’ın aylar süren devletin koridorlarından Kandil’e, BDP’den Kürt sokağına, KCK’cılardan militanlara uzanan görüşmeler sonucu yaptığı bu çalışma gerek tespitleri, gerek sonuç açısından son derece önemli, kimsenin kayıtsız kalmaması gereken bir metin...
Ali Bayramoğlu / Yenişafak
***
Cengiz Çandar’ın, soruna yaklaşım tarzına ve çözüm önerilerine katılır veya katılmayız. Ama önümüzde, görüşme trafiği Çankaya’dan Kandil’e; Erbil’den Avrupa ve Amerika’ya uzanan büyük bir emek ve samimi bir gayret olduğunu kabul edelim. Birlikte yaptığımız dış seyahatlerde, onun bu yaşta Kürtçe’yi sökmeye çalıştığının bizzat şahidiyim.
Abdülhamit Bilici / Zaman
+++
İşaret fişeği erken atıldı
İlk işaret fişeği bir ”meslektaşımız“ tarafından atıldı. Geçen hafta köşesinde Apo’nun cezasının ev hapsine çevrilmesinin artık konuşulması, tartışılması gerektiğini yazdı. Ardından Soros’un Türkiye şubesi TESEV’in bir ”kurye - gazeteci“ye sipariş ettiği rapor geldi.
Özel bir toplantıyla açıklanan rapora göre Başbakan iki yıl kadar önce Genelkurmay’a, ” PKK’yı silahla yok edebilir, bitirebilir misiniz?“ diye sormuş, ”Hayır, bitiremeyiz“ yanıtı almış...
Arif olanların anlayacağı üzere bu durumda geriye tek çözüm yolu kalıyordu; Apo ile konuşup anlaşmak.
Onun da ilk adımı PKK’yı terör örgütü, İmralı sakinini ”teröristbaşı“ olarak görmekten artık vazgeçmekten geçiyordu.
ABD’nin Phillips raporu doğrultusunda işler kotarılırken Apo’nun araya girip tehditler savurması birilerinin canını sıkıyor olmalı...
Melih Aşık / Milliyet
Cengiz Çandar, Türkiye Cumhurbaşkanı’ndan Irak Cumhurbaşkanı’na, Mit’ten PKK’ya kadar hemen herkesle görüşmüş. 30 yıllık çatışmada bir şekilde taraf olmuş hemen her kurum ve isim listede. Ama tek bir kurum yok: Türk Silahlı Kuvvetleri...
Odatv.com
+++
Limited şirket gibiler
Adamlar limited şirket gibi çalışıyor. Biri, hazırladığı raporu basın toplantısıyla açıklıyor. Öteki Kandil’den mesaj taşıyor. Aslında, hedeflerine bakıyorsunuz ortak. ’Yok birbirimizden farkımız...’ diye başlayan eski banka reklamı gibi. Bu ikili yalnız mı? Tabii ki değil. Bir sürü entel-dantel arkalarında vokal yapmakta. Ekranlar onların. Gazetelerin manşet ve köşeleri emirlerinde. Uluslararası tezgahtarlar finans kaynakları.
Burhan Ayeri / Akşam