Teşekkürler Sayın Baykal!
Kutlu Doğum Haftası açılışında Deniz Baykal’ın Hz. Muhamed(s.av.) değerlendirmesi Türkiye için o kadar önemlidir ki, tarife bu köşe yetmez.
Biz de bu vesilesiyle ‘az bilinen’ bir olayı sizlerle paylaşmak istiyoruz.
Cahiliye dönemi Mekke’si, pek çok mahalle ve demircilikten odunculuğa, saraçlıktan nalbantlığa birçok çarşının bulunduğu yaklaşık 12 bin nüfuslu, parlamento sahibi; şiirin zirveleştiği bir kabileler şehriydi.
Gelgelelim parlamentosu putlarla doluydu. Kızlar diri diri toprağa gömülürdü. Evler tek katlı, çift katlı hatta üç katlı ve taştandı. Yılın belli dönemlerinde panayırlar kurulur, Hint’ten Yemen’e, Bizans’tan Medine’ye uzun yollardan kervanlarla tüccarlar gelir, mal alışverişinde bulunulurdu.
Ukaz panayırında bir gün İyâd kabilesinin ulularından Kuss ibn-i Sâide, o bilgisi ve karakteri sebebiyle tanıyan herkesin saygı duyduğu yaşlı adam bölgenin ileri gelenleri çevresini sarmışken devesinin üzerinde nutuk atmaya başladı:
“İnsanlar!..
Geliniz, dinleyiniz, belleyiniz, ibret alınız: Yaşayan ölür, ölen fenâ bulur. Olacak neyse olur. Yağmur yağar, otlar biter, çocuklar doğar, anne babalarının yerlerini alır. Derken hepsi ölür gider; hâdiselerin ardı arkası kesilmez; hepsi birbirini kovalar. Kulak veriniz, dikkat kesiliniz.
Gökte haber, yerde ibret alınacak şeyler var. Yeryüzü bir büyük divân; gökyüzü bir yüksek tavan. Yıldızlar yürür, denizler durur. Gelen kalmaz, giden gelmez. (...)
Yemin ederim!
Yemin ederim!
Allah katında bir din vardır ki, şimdi içinde bulunduğumuz dinden daha sevgilidir. Ve Allah’ın gelecek bir peygamberi vardır ki, gelmesi pek yakındır; hatta gölgesi başımızın üzerine geldi bile!”
Evet, Kuss ibn-i Sâide nutkunu atarken Hz. Muhammed gerçekten de yüksekçe bir kayanın üzerinde kendisini dinlemekteydi. Yani hakikaten “gölgesi başlarının üzerinde” idi. Ama bunu Kuss ibn-i Sâide bilmiyordu. Hazreti Muhammed bilmiyordu; çünkü henüz peygamberlikle görevlendirilmemişti.
Sâide devam etti:
“İnsanlar!
Nerede soy sop!
Hani o süslü saraylar ve mermer binalar yükselten Âd ve Semûd kavimleri?! Hani ya dünya varlığıyla gururlanıp da kavmine, ‘Ben sizin en büyük ilahınız değil miyim?’ diyen Firavun ile Nemrut!
Onlar ki zenginlikçe, kuvvet ve kudretçe sizden çok daha üstündüler. Ne oldular? Kara toprak onları değirmende öğüttü, toz edip savurdu. Kemikleri bile çürüyüp dağıldı; evleri yıkılıp ıssız kaldı, yurtlarını şimdi avare köpekler şenlendiriyor.
Sakın onlar gibi gaflete düşmeyin.
Onların yolundan gitmeyin.
Her şey fânidir. Bâki olan ancak Allah’tır ki O birdir, ortağı ve benzeri yoktur. İbâdet edilecek ancak O’dur. Evvel geçip gidenlerde ibret alınacak çok şey var. Ölüm bir ırmaktır; girecek yerleri çok ama çıkacak yeri yoktur.(...)”
Bu nutku atan adam Hz. Muhammed’e o yüce görev tevdi edildiğini görmeden hayata gözlerini yumdu.
O gün Kuss ibn-i Sâide’yi dinleyenler arasında Hz. Ebubekir (r.a) de vardı. Zaten nutku aklında öylece tutan da O idi.
Hadise hatırlatılınca Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyurdu:
“-Allah ona mağfiret etsin. Öyle umuyorum ki Cenâb-ı Hakk kıyâmet günü onu tek başına ayrıca bir ümmet olarak haşreyleye.”
Kuss ibn-i Sâide’nin görmeden imân edip “tek başına ümmet” olma nîmeti ile nîmetlendiği “âlemlere rahmet” o hazineye bugün her zamankinden çok daha muhtacız.
Teşekkürler Sayın Baykal.
Milletin böyle bir kucaklaşmaya o kadar ihtiyacı vardı ki.