Teşekkür ederim polis amca!..

İçişleri Bakanı, Emniyet Genel Müdürü ve Emniyet teşkilatımızın tüm değerli mensuplarına en kalpten teşekkürlerimi sunarım..
Emniyetteki basın bürolarının kapatılması, gazetecilerin emniyetin binalarına giriş çıkışlarının izne bağlanması gerçekten takdire şayan bir karar. Bu kararın tüm kurumlar tarafından örnek alınıp aynen uygulanmasını da hassaten rica ederim.
Şaka veya ironi yaptığımı sanmayın!.. Aşığı olduğum mesleğimin içine düştüğü bataklıktan kurtulabilmesi adına bu yazdıklarımda gerçekten çok samimiyim.
Bizim gazetecilik mesleğinin haber mutfağı denilen yerde çok ince ve hassas numaralar vardır. Sizler onları pek bilmez ve hatta hissetmezsiniz bile. Bir kısmı şöyle;
Çilekeş muhabirlerimizin başının belasıdır gündeme verilecek özel haberler. Haber müdürleri devamlı sıkıştırırlar  “haber... haber” diye.. Hele bir de sabah, gündem toplantılarımız vardır, çok kanlı geçer!.. Gündeme dair özel haberi olmayan ve hatta diyecek bir şeyi bulunmayan muhabirin vay başına gelecekler!.. Toplantı biter, muhabir kaçacak delik arar. Sabah yediği bir poğaça ve içtiği bir bardak sıcak çay bile haber müdürünün gözüne batar. Muhabir kardeşim de bu sıkıntıyı iliklerine kadar hisseder. Ne yapsın?.. Çareyi haber merkezinden sıvışmakta bulur.  “Abi ben bir emniyete” veya “partiye çıkayım da neler olup bitiyor bakayım”  der ve tüyer. Soluğu nerede alır?.. Baktığı alanın binasının içindeki basın bürosunda. Orada sıkıntı yoktur; kesintisiz internet vardır. Orada  “nerede haber”  diye bağıran düşman idareciler yoktur; haber kanalları açık tiviler vardır. Sıcak çay kahve ve de bol geyik ..
Haber müdürü de sıkıştıracak ya; devamlı telefon eder  “ne yaptın?”  “Haber var mı?”  diye.
Cevap hazırdır(dümen olma olasılığı yüksek);  “Abi falanca daire başkanı ile karşılaştım. (Birazdan gel yanıma sana çok önemli şeyler anlatacağım) dedi. Çağırmasını bekliyorum”. Haber müdürünün tam saha presi yüzünden yeni bir gol yememek için topu kendi sahasında gün boyu çevirir durur muhabir kardeşim. Gazetecilik biraz da şans işidir, o gün ayağına bir şey takıldı takıldı. Yoksa içtiğiniz çay ve kahvelerden kafein manyağı olursunuz. Eğer bir de eli boş gelirseniz haber müdürü sizi haşlanmış kurbağaya benzetir.
İşini bilen çalışkan muhabirlerde ise durum biraz daha farklıdır. Habere gözü dönmüş muhabir, basın bürosuna nadir uğrar; sebebi ise rakiplerinin ne durumda olduğunu gözlemek veya atladığı bir şey var mı yok mu onu takip edebilmek adına.. O zaten haberini nerede ve kimden alacağını bilir, kimseye çaktırmadan işini bitirir. Acar muhabir, binaların resmi makamlarında sadece söyleşi yapar. Çünkü; o gerçek  “özel haber”  hastasıdır..
Bu kısaca anlattığım meslek numaraları AKP iktidarı öncesinde geçerliydi. Basın büroları gazetecilerin sayfiye veya haber müdürlerinin gazabından sığınma yerleriydi. Sonra ne oldu?.. AKP iktidarının iliştirilmiş gazeteci uygulamaları ile basın büroları oldukça işlevsel(!) hale getirildi. Seçmece gazetecilerin iş yükleri azaltıldı. Telefon talimatıyla günde bir defa basın bürolarına uğramaları yeter hale geldi. Yetkililer tarafından hazırlanmış özel haber metnini kapan muhabirlerin haber müdürleri ile kavgaları da sona erdi. Ertesi gün, gündem toplantısından önce  “acaba bugün biz ne atladık” korkusuyla gazetelerin sayfalarını çeviren müdürler de huzura kavuştu. Kiplerine kadar bire bir aynı haberleri okurken  “en azından biz atlamadık”  diye kendi kendilerine teselli buldular. Bir zamanlar olduğu gibi muhabire  “Ne o ulan!.. Falanca gazetenin muhabiri ile aynı haberi yazmışsın. Bir de özel haber diye imza atmışsın. Utanmadın mı?”  diye dayılanamadılar. Sadece kimseciklerin duyamayacağı şekilde,  “hepiniz oradaydınız ulan” diye mırıldandılar.
Ergenekon, Balyoz vb.. davaları sürerken, sözde çözüm süreçleri sözde demokrasi paketleri tezgahlanırken, o şimdi yasaklanan binalardan can havliyle koşturup haber merkezlerine  “abi bomba gibi haberim var”  diye gelip tape edilmiş haber metinlerini iteleyen muhabirlere her nedense  “ya sen bu haberi nasıl buldun” veya  “nasıl bu kadar mükemmel yazdın” diye de sorulmadı. Muhabir arkadaşların işlerinin çok yoğunluğuna karşı da çok güzel kıyaklar yaptı iktidar partisi ve ona bağlı kurumlar. Röportajlar, fotoğrafları ile birlikte hazır halde teslim edildi. Yazı işleri yorulmasın diye manşetler puntoları ile birlikte verildi. Muhabirler şip şak yaptıkları söyleşileri  “falancanın selamı”  ile teslim etti haber merkezlerine. Laptopundaki harf tuşlarının yerini unuttu çoğu meslektaşlarım. Kopyala yapıştır haberler ile dolu olan gazeteler okuyucuların posta kutularına bırakıldı her sabah. Memlekette ne oluyor sorusuna cevap bulmak için bir gazeteyi okuyup bir televizyonu  seyretmek yeter oldu vatandaşa.
Sonra ne oldu?..
Gün geldi, hesap döndü, keser döndü, sap döndü..
Fonksiyonel basın bürolarının  “özel haber” (!) metinleri başa dert oldu. Bunları büyük emeklerle hazırlayan (!) abiler çok sıkıntı oldu.
Emniyetteki bu örnek uygulama için tekrar tekrar teşekkür ederim. Ne olur bu uygulamayı yaygınlaştırın.
Memleketi kurtaramadık ama belki mesleği kurtarırız!..

Yazarın Diğer Yazıları