Terörün panik anı...
Ankara'daki patlama sırasında gazeteci arkadaşım Müyesser Yıldız ile Kızılay'da idik. Devletin kalbi sayılan merkezdeki patlama esnasında oluşan panik Türkiye'nin her şeye rağmen terör olaylarını kanıksayamadığının da göstergesi oldu. İletişim teknolojisi gelişirken beraberinde bilgi kirliliğini de artırdı. Hızla olay yerine gitmek üzere harekete geçtiğimiz anda yığınların panik halinde sağa-sola kaçışmalarına tanık olduk. Bazıları bir alışveriş merkezinde patlamanın olduğunu iddia ederken bazıları da polisin canlı bombayı elinden kaçırdığını belirterek kaçtıklarını ifade ediyorlardı. Meclis'in önünden hızlı adımlarla Genelkurmay Kavşağı ve Emniyet Genel Müdürlüğü'nü aşmak üzere iken şüpheli paket yüzünden yön değiştirmemiz istendi. Daha sonra kontrollü olarak fünye ile patlatıldı. Önlem almak için yolları tutan gencecik polislerin her halleri ile tecrübesiz oldukları yüzlerinden belli iken, başlarındaki amir ve müdürleri cep telefonları ile yakınlarını arayıp derhal evlerine gitmelerini söylüyordu. Olay yerine giriş yasak... Ancak Sağlık Bakanlığı ambulansları yanında özel kuruluşların cankurtaran araçlarının da vızır vızır gidiş gelişi işin vahametini gösteriyordu. TBMM'deki oturum esnasında patlama ile olay yerine koşan CHP milletvekilleri kelimenin tam anlamı ile şoka girmiş vaziyette idiler. Yanan araçları ve cesetleri anlatırken gözlerindeki korku dehşeti yansıtıyordu. "Bu gidiş ile yarın öbür gün Meclis'te bomba patlarsa şaşırmamak lazım" diyen de CHP'nin Ankara milletvekiliydi.
Haberciler bir şeyler öğrenebilmek için çabalarken olay yerini görüp, cep telefonu ile fotoğraf çekenlere güvenlik güçleri müdahale ederek cihazlarına önce el koydu daha sonra görüntüleri silerek geri verdi. Gazetecilik refleksi ile birkaç kare fotoğraf, üç-beş satır not alma telaşı had safhaya çıktığı sırada "yayın yasağı" ilan edildi bile. Bu yayın yasağını anlamak mümkün değil. Evet, halkın paniğe kapılmaması gerekir ancak yasağın sınırları belli değil. Nitekim yazılı ve sanal basın görüntüleri yayınlarken, televizyonlarda yasak... Ankara Valiliğinin ilk önce açıkladığı 5 ölü haberi zaman ile yavaş yavaş artırılıp 28'e çıkmadan çok önce sadece olay yerinde en az 20 ceset olduğuna da tanık olduk. Olayın televizyonlara yansıması ile beraber bir anda Ankara caddeleri boşaldı. Esnafın bir çoğu kepenkleri indirdi.
Başkentteki gazetecilerin hemen hepsinin ortak görüşü "kalbine girerim" mesajıydı. Evet, çağımızın en tehlikeli salgını terör bu defa son derece ince hesaplar yaparak "aort damarın kadar yakınım" demek istiyordu.
***
Diyarbakır ve Cizre'de aylardır süren çatışmaların kent merkezlerine kaydırılma ihtimallerinden tutun da, Rusya ve Suriye gizli servislerinin metropolleri patlatarak Tayyip Erdoğan'a mesaj vermek istediği gibi ayağı yere basan basmayan yüzlerce yorumu bıkıp usanmadan anlatanların arasında "akademik" unvan taşıyan stratejistlere isyan etmemek mümkün değildi. Televizyon ekranlarında boy gösteren sözde terör uzmanlarının zırvalarının çoğunluğu AKP hükümetine temenna çakmayı hedeflemişti.
Sözü daha fazla uzatmadan puslu havalara alışık biri olarak Suriye'ye girmek için zemin oluşturulma gayretlerini hissettiğimi belirtmeliyim. Bir taraftan savaşa sürüklenirken diğer taraftan "olayların olgunlaşmasını bekleyenler"in birden fazla planı var. Sahi "olayların olgunlaşmasını bekleyenler" geçmişte nasıl davranmıştı? Bu olgunlaşma işinin de bir irdelenmesi gerek...
Şehitlerimize Allah'tan rahmet, milletimize başsağlığı dilerim.