Terörle müzakere şehitlerinin hesabını kimden soracağız!..


BASINDAN SEÇMELER

Terörle müzakere şehitlerinin hesabını kimden soracağız!..

Diyarbakır Milletvekili Leyla Zana baklayı ağzından çıkarmış:
“Başta özerklik istedik ama bugün Kürtler özerkliğin yetersiz olduğunu düşünüyor...”
Peki PKK ne istiyor?
Onu da Taraf’ta Ahmet Altan’ın 3 Kasım 2011 tarihli yazısında görmek mümkün:
“Murat Karayılan son açıklamasında PKK’nın silah bırakmasını ‘kendilerine yönetecek bir toprak verilmesine’bağladığına göre, o toprak verilmedikçe PKK da silah bırakmayacak, silahlar susmayacak...”
PKK açılımın da verdiği cesaretle açıldıkça açılıyor... On beş yıl önce “Kültürel haklarımızı istiyoruz başka talelebimiz yok” diyenler, “Bağımsızlık mı, katiyen öyle bir şey istemiyoruz” diyenler şimdi ‘ayrı toprak ayrı devlet’ noktasına gelmiş bulunuyor...
Yakında sıra sınırların nereden geçeceği tartışmasına gelecektir...

***


Birkaç aydır silahlı kuvvetler PKK’ya ağır darbeler vuruyor. Hava kuvvetlerinin eliyle koymuş gibi bulduğu ve yok ettiği mevziler genellikle sınırlarınmız içindedir.
Bu noktalar biliniyor ama müzakerelerin yürümesi hatırına göz yumuluyordu, izlenimi ağır basıyor...
Ya arada şehit olan gencecik insanlarımız... Onların hesabını kim verecek?
Melih Aşık / Milliyet




Açılımın kapanışı

Gerçek talebin; bugün Zana’nın yaptığı açıklama, yani “ayrı bir devlet” olduğu ve “özerk bölge” ile başlayarak İspanya’daki gibi sonunda “tam bağımsızlık” noktasına getirileceği aslında baştan tabak gibi ortadaydı.

***


Ama nedense bir grup gazeteci ve akademisyen her gün TV’lere çıkarak bu tabak gibi tabloyu “eşit haklar, kültürel haklar, demokratik haklar, Kürt sorunu” tanımları altında ve adeta beyin yıkama yaparak gizlemeyi.. Hükümet ise “Bu açılım yanlış başlatıldı ve yanlış yürütülüyor. Silah bırakmayan bir terör örgütünün baskısıyla ve bireysel haklar diye başlayarak bir yere varamazsınız, tam aksine terörü güçlendirirsiniz” diyenleri de “Kan aksın, analar ağlasın istiyorlar” diye suçlamayı sürdürdüler.

***


Bu açıklama açılımın kapanışıdır. Demek ki olayların gidişini zamanında görenler “kötü niyetli” değilmiş, suçlarken “günü kurtarmak” yerine iyi düşünmek gerekiyormuş. Bundan sonra bakalım yeni anayasa için “referandum öncesinden başlayarak” ve Öcalan’la masaya oturarak yapılmış vaatler nasıl tutulacak, Hükümet bunu düşünmeli!
Ruhat Mengi / Vatan




Günün Sorusu

Düne kadar, “Biz ayrılmayı düşünmüyoruz, sadece özerklik istiyoruz” diyen Leyla Zana, şimdi “Özerklik yetmez” demeye başlamış... Sorum yıllardır saflıklarından ya da bizi saf sandıklarından, “Kürtlerin bölünme gibi bir isteği yok. Kendi kendinize senaryolar yazıp olayı büyütüyorsunuz” diyen tatlı su entellerine ve liboşlara:
Kaç kilo kına gönderelim?
Mustafa Mutlu / Vatan




Cevap ver Bay Arınç

- Bu ülkede cumhuriyet rejimi Kürtler; Türkler; Arnavutlar, Araplar, Çerkezler gibi etnik yapıları ayrı ayrı mı yönetiyor yoksa bunların tümü aynı yasalara mı tabidirler?
- Türkiye’de Türklere verilmiş hangi hak Kürtlere verilmemiştir?
- Benim faydalandığım hangi halkı Şırnak’taki bir Kürt kökenli yurttaş kullanamıyor?
Eğer, yeni demokratik açılım adı altında; son olarak Leyla Zana’nın yumurtladığı Kürdistancı bölücülerin istediği hakları (ayrı devlet/bağımsızlık) vermeyi düşünüyor iseniz bunun adı demokratik hak değil; ülkeye ihanettir.
Millet bir gün bunun farkına varır ise ne yaparsınız Sayın Arınç?
Rıza Zelyut / Güneş




33 yıl geçti hiçbir şey değişmedi

33 yıl önce: 12 Eylül öncesinde polisin göstericilerin arasından adam alması zordu.. Polise adam kaptırmak, namus kaptırmak gibiydi.. Tüymenin çeşitli taktikleri vardı, ara sokağa sıvıştın mı, arazi..
Yırttın..
Şimdi: Teknoloji gelişti, polis su sıkıyor, boya sıkıyor, kameralarla görüntünü alıyor, MOBESE denen sistemle izliyor.. Teknik takip yapıyor, telefon dinliyor.. O an olmasa bile bir saat sonra seni buluyor.. Paçayı kaptırmamışsan bile yırttım diyemiyorsun..

***


33 yıl önce: Yakalandın mı eşek sudan gelinceye kadar dayak kaçınılmazdı.. Diyelim ki, mühim adam değilsin ama protesto yürüyüşünde yakayı kaptırmışsın.. Dayağı atar, iki gün sonra yallah derlerdi..
Bir daha elimize düşersen fena olur diye de gözdağı verirlerdi.. Falakadan tabanlar şişer, uzun süre sırtüstü yatmaktan başka çare kalmazdı..
Şimdi: Bırak dayağı fiske vurmak bile yasak (münferit olaylar var tabii ama o zamanki gibi sistematik değil) ama psikolojik baskı yapılıyor.. Mesela, gözaltına alınanın kolay kolay dışarıya çıkamayacağını düşünmesi gibi..

***


33 yıl önce: Sıkıyönetim bölgelerinde gözaltı süresi 90 gündü.. Silahlı külahlı işlere girmemişsen.. Birilerine kurşun sıkmamışsan.. Genelde savcıyı gören ‘oh’ derdi.. Hâkim karşısına çıkan düğün bayram ederdi.. Kurtuluştu ama üç aydan önce zordu..
Şimdi: Gözaltı süresi 24 saat, terör suçlarında 48 saat, mahkeme izniyle dört gün.. Fakat genellikle gözaltılar tutuklamayla bitiyor..

***


Şöyle özetleyeyim..
Eskiden uzun gözaltı vardı.. Kısa olmayan tutukluluk dönemi..
Şimdi kısa gözaltı uzun tutukluluk dönemi var..

***


Kısaca, 33 yıl önceye göre değişen fazla bi şey yok..
Mehmet Tezkan / Milliyet




Bir askerin sivil geçinen yüzlere attığı tokat

Evet anlayana; “tükürürüm senin gönderdiğin o makam arabasına” demektir. Yüzde yüz sivil bir dikleniş göstererek Genel Kurmay Başkanlığı’ından istifa edip emekliliğe ayrılan Orgeneral Işık Koşaner, Başbakan’ın lojman kapısına gönderdiği “özel şoförlü lüks makam otomobilini” reddetti.
Otomobil evin önünde duruyor.
Orgeneral o otoya binmiyor.
Anlayana! Emekli Genel Kurmay Başkanı’nın makam otosunu (95 bin TL değerinde) reddetmesi, “sivil geçinen yüzlere attığı gerçek halk tokadı” oldu.
İktidara geldiler.
Kendileri, akrabaları, yakınları, yandaşları için, devlet imkanlarını ve hazine parasını alet ederek, imtiyazlı, seçkinci bir sivil tabaka oluşturdular. Bu devlet sırtından tüfeyli imtiyazlı tabakayı resmileştirmek için olsa gerek; emekli Genel Kurmay Başkanı’nı da, altına lüks makam arabası vererek, yanlarına katmak istediler.
Orgeneral, katılmak istemedi.
Tüfeyli sivil vesayete uymadı.

***


Işık Koşaner, evinin önüne gönderilen lüks makam otomobilini “binmem ben ona...” diye reddettiği gün; muhtemelen Başbakan’ın, Meclis Başkanı’nın, 25 Bakan’ın, iktidar partisi AKP’nin ve muhalefet partileri CHP, MHP, BDP’nin üst yöneticilerinin bilgisi alınmış olarak, emekli milletvekillerinin maaşının yüzde 100 artıran yasa, gece saat 3’de bir hırsız gölgesi hızıyla Millet Meclisi’nde parmaklar kaldırılarak kabul edildi.
Ne yüksek ahlaka sığar
Ne demokratik işleyişe!
Milletvekilini ballıyorlar.
“Tek Adam sözü” kanun oluyor.
Meclis’in yüzde 80’ni hem milletvekili maaşı ve hem emekli milletvekili maşanı (ayda 19 bin 300 TL) alabilen “imtiyazlı bir tabaka” haline getirebiliyorlar.

***


Ne dini inanca sığar!
Ne Anayasal eşitliğe!
1 işçi ölürse...
İşçi eşine 280 TL yardım.
Bir milletvekili ölürse...
Eşine 75 bin TL yardım.
Bir memurun gözü bozulursa...
Memura 40 TL gözlük parası.
Milletvekilinin gözü bozulursa...
Milletvekiline 400 TL gözlük parası.
Bir esnafın kalbi teklerse...
Esnafın kalbine dandik ucuz stent.
Bir milletvekilinin kalbi teklerse...
Vekilin kalbine ithal pahalı stent.
Emekli mühendis iş bulduğunda...
Mühendisten prim kesintisi yüzde 15.
Emekli milletvekili iş bulduğunda...
Milletvekilinden prim kesintisi yüzde 1.
1 milletvekilinin aylık maliyeti...
15 mühendisin aylık maşından fazla.
Almanya Türkiye’den 5 kat zengin.
Almanya’da 8 yıl vekillik yaptıktan sonra emekli milletvekili 3 bin 782 TL (1534 Euro) maaş alabiliyor. Gece geçen yasayla Türkiye’de emekli milletvekili 7 bin 800 TL alacak. Ayrıcalıklı aç gözlü seçkinci tabaka işte böyle (örnekleri yazmak sayfalar alır) yaratıldı. Emekli Genel Kurmay Başkanı Işık Koşaner, “bu sefil eşitsizliğin yarattığı açgözlü seçkinci tabakanın üyesi olmayı” reddetti. Sivil vesayete tükürmüş oldu.
Necati Doğru / Sözcü




Deniz Feneri davasının iddianamesi bahara doğru hazır olabilirmiş.
Ne güzel şarkıdır o: “Bu kaçıncı bahaaaar ne zaman
geleceksin”...
Haldun Ertem




“Diyelim müptezelleşmeye karar verdim...”

Karakterim müsait değil ama diyelim ki müptezelleşmeye karar verdim ve çıkarıldığım ekranlardan şöyle bağırdım:
“Savcılar falanca gazeteciyi iki yıldır takip ediyorlar. Telefonlarını dinliyorlar. Attığı adımları takip ediyorlar. Ellerinde çok delil birikti. Fezleke neredeyse hazır... Falanca gazeteci ha bugün, ha yarın içeri tıkılacak”.
Bu durumda...
Söz konusu savcıların azından, “Kardeşim sen nereden biliyorsun benim kimi ne zamandan beri dinlediğimi? Fezleke hazırladığımı? Ben iddianameyi seninle birlikte mi hazırlıyorum? Sen benim zabıt kâtibim misin? Niye kişisel kavganı benim üzerimden veriyorsun?” falan diye çıkışması gerekmez mi?
Ahmet Hakan / Hürriyet

Yazarın Diğer Yazıları