Terörizmin felsefesi: Oldurmak için öldürmek
Başlangıçta, Saint-Just’e göre her şey aşk, Hegel’e göre ise her şey tragedyadır. Ama sonunda ikisi de aynı sonuca varır. Aşkı yıkanları yok etmek gerekir ya da aşkı yeniden yaratmak için yok etmek gerekir. Bu daha çok bir “yaratıcı yok ediştir” . Bu duruma yok edişi (bir anlamda terörü) meşrulaştırma ya da akla uygun hale getirme işlemi olarak bakmak da mümkündür.
Böyle bir anlayış dünyayı bir efendiler ve köleler dünyası olarak görmeyi gerekli kılar. Dünyaya ezen-ezilen, kapitalist-proleter, örs -çekiç, efendi-köle bağlamında bakanlar, böyle bir dünyanın yüzünü değiştirmek için her şeyi yapmayı kendileri için görev edinebilirler.
Efendililik ve kölelik diyalektiğine göre düşünmek Hegel öğretisidir. Issız gök altında, dünyanın ilk sabahında, yalnız bir efendi ile bir köle varsa, aşkın Tanrı ile insanlar; birbirlerine yalnız efendi ve köle bağıyla bağlıysa, yeryüzünde güç yasasından başka yasa yok demektir.
Hayvan için en yüce değer, yaşamın korunması olduğuna göre, bilinç, insanlık değerini kazanmak için, bu içgüdünün üstüne yükselmelidir. Canını tehlikeye atabilecek yetenekte olmalıdır. Başka bir şuur tarafından tanınmak için, insan canını tehlikeye atmaya, ölüm ihtimalini benimsemeye hazır olmalıdır. Öyleyse insanın temel ilişkileri yalnızca saygınlık ilişkileridir, birinin ötekince tanınması için, pahası ölümle ödenen, sürekli bir çarpışmadır..
Tasavvufi bir vecd ile yokluğu ya da yok olmayı özgür olmak olarak alan bilgeler de olmak ile yok olmak arasında Hegel’inkine benzer bir ilişki kurmuşlardı. İşti tipik bir örnek: “Biliyorum Rabbim! Gam tuzağıdır varlık. Hür olmak yokluktadır... Keder çekmeğe arkadaş isterim. Ey felek! Her nerede gam varsa, gönder benim kederli gönlüme ve sonra bütün âlemi gamdan azad et. Bu yolda azaltma nasibimi!”
Nietzsche felaketler diliyor dostlarına, hakkı var; insan denen balçığı tunçtan bir heykel yapan ıstırabın sızılarıdır. O üstün insanına zulüm yapmada, işkence etmede “merhametsiz” olmasını öneriyor. Ona göre merhamet “zayıf insanların çakılıp kaldığı çarmıhtır.” Gerçekten de Nietzsche’nin üstün insan vasfına uyan şahsiyetlerin büyük bir kısmının merhametsiz olması onun çok da haksız olmadığını göstermektedir! Olmak için ölmesi gerekenler sisteme göre, inançlara göre yer değiştirmekle birlikte her dönemde var olagelmişlerdir.
Ukraynalı anarşist Matrena Prisiazhuik darağacına çıkarken son sözlerini söylüyordu: “Darağacına gururla, korkusuz ve sizi aşağılayarak çıkıyorum. Ölümüm kızgın bir alev gibi daha bir çok yüreği ateşleyecek, Muzaffer olarak ölüyorum. Ölümüm zaferimdir.”
Bombasını, Vaillant’ın intikamını almak için St. Lazare garının kalabalık kahvehanesine atan Henry, kaçarken polise ve sağa sola da ateş açar: “Öldürmek istiyordum, en az on beş kişiyi öldürmek istiyordum” diye bağırır. Yakalandı ve giyotinle kafası kesilerek idam edildi. Körpe kafasını giyotine uzatırken haykırdı:
“-Benimki keseceğiniz son kafa olmayacak!” Bu tür eylem yapan teröristlerin cenazelerinin arkasından arkadaşlarının “bir ölür bin diriliriz!” diye bağırması tesadüf değildir. Bu olgu “ölerek olma”, “yok olarak var etme” inancını göstermektedir.
“Napolyon’un mareşallerinden Ney kendisine ateş edemeyen askeri müfrezeye ’çocuklarım; size emrediyorum; kumandaya itaat edin ve üzerime kurşun sıkınız! Yalnız çehreme hürmet gösteriniz’ demiş ve böylece kurşuna dizilmiştir.”
Sokrates meşhur savunmasını yaparken, bunun, kurtuluşa değil, ölüme götüren cinsten bir savunma olduğunu bizzat söylemiştir. O halde Sokrates kendisi aleyhine bu savunmayı niçin yapmış olabilir? Herhalde ölmek için. O da ölerek olmayı ya da erdem adına gök kubbede hoş bir seda bırakmayı yeğlemiş olmalıdır.
Bireysel alanda olduğu gibi toplumsal anlamda da “ölmek ile olmak” arasında çok yakın bir ilişki vardır. Aynı ilişki almak ile ölmek arasında da vardır. Yavuz’un sözüdür: “Mısır’ı aldık ama Sinan’ı kaybettik!” sözü.