Teröre büyük ödül...

Parayı dağıtacaklar, fabrikayı kuracaklar, barajları dolduracaklar,
bir de televizyon Kürtçe yayına başladı mı? Bitti bu iş? Nah biter!

Döndük dolandık, geldik, “siyasi görüşme” ye ve bu görüşmenin sonucu olması gereken “siyasi çözüm”e...
Demek Demirel’in “Kürt realitesini kabul etmeliyiz!” lafı, Mesut Yılmaz’ın “Avrupa’nın yolu Diyarbakır’dan geçer” rehberliği, Tayyip Erdoğan’ın “Kürt sorunu benim sorunumdur” dediği sorunun sonu buymuş...
İyi de bunun böyle olacağı bu köşede yıllar öncesi kaç kere yazılmıştır, eğer hangi tarihte ne yazdığımızı araştırırsak, bu köşe dolar taşar.
Bizim yazdıklarımız “siyasi görüşme” ye kadar gelip dayanıyor, öteye de geçiyordu, mesela bir federasyon, mesela bir koalisyon, mesela bu koalisyonun başbakan yardımcısı Abdullah Öcalan...
Daha oralara gelmedik ama, bilin ki önümüzde bunlar da var...

***

Şimdi soracaksınız:
“Siyasi görüşme ve çözüm lafı nereden çıktı?”
Bunu gidip, Güneydoğu’ya yapılacak yatırımı ve Kürtçe televizyon müjdesini, Türk kamuoyuna değil, Amerikan gazetesi New York Times’a açıklayan Başbakan’a sorun...
Bir de kızıyorlar...
Niye?
“Biz yaptıklarımızı Amerika’ya haber vermeyiz, icazet almayız!” diyorlar...
Sen kendi ülkende yapacağın yatırımı, Kürtçe televizyon yayınını Amerikan kamuoyuna Amerikan gazetesi aracılığıyla duyurursan, dediklerine kim inanır?

***

Takvim şöyle bir geri alalım, bir ay öncesine doğru...
PKK Dağlıca karakolunu basmış, şehitler kadar da esir almış gitmiş, Türk halkı hem üzgün, hem tepkili....
Amerikalılar bu “şişkinliği” indirmek gerektiğini anlar...
Barzani ile görüşürler:
“Türkler, bir hava harekâtı yapacak, sen aldırma, PKK kamplarını vuracaklar.”
Hava harekâtı kara harekâtına dönüşünce, Barzani, Amerikalı efendilerine koşar:
“Türkler sınırı geçti geliyorlar!”
“Merak etme, hallederiz!”
Önce ABD Milli Savunma Bakanı, arkadan Bush’dan Türklere gözdağı:
“Hemen bitsin.”
Bizimkiler, zevahiri kurtarmak için, kahve falı açar gibi, “Bir gün mü desek, bir yıl mı desek!” diye “diplomatlık” oynarken birlikler geri dönmeye başlamışlardı bile...

***

DÜNYA askerlik tarihinin sayılı harekâtlarından biri böyle sonuçlanırken, Amerika verdiği “müsaade” nin faturasını da önümüze koyar:
“Siyasi görüşme başlasın!”
Kimlerle!
Elbette “İmralı mukimi” ne de sıra gelecektir.
Peki, bu görüşmeler bir çözüme varır mı?
Bizden yana, bilgimiz yok, desek de adamlar açık açık söylüyor;
Demokratik Toplum Partisi, Meclis Grup Başkan Vekili Selahattin Demirtaş, “Kürt sorununun bölgeye yapılacak yardımlarla, fabrika kurmakla çözülmeyeceğini” söylüyor ve “Kürt sorununun” adını koyuyor:
“Tek dile, tek dine, tek etnisiteye dayalı ulus yaratmak, Kürt sorununun temelidir.”
Yani, adam açık açık, öyle de olur, böyle de olur! demeden “Ulus devletle olmaz!” diyor.
Anayasa’sında “Türk ulusu” yazılı devletle olmaz diyor.
Bundan sonrası karşısındakilere kalmış, daha ne desin?
Tabii hâlâ sorunu patates, soğan, pirinç, makarna, kömür dağıtarak çözeceklerini sananları “Biz neredeyiz, siz hâlâ neredesiniz?” diye uyarıyor.
Onlar hâlâ “Batı’da İzmir, Güneydoğu’da Diyarbakır belediyelerini ele geçirmenin” peşindeler.
Parayı dağıtacaklar, fabrikayı kuracaklar, barajları dolduracaklar, bir de televizyon Kürtçe yayına başladı mı?
Bitti bu iş?
Nah biter!

***

VE demirbaş bir soru:
“Hani terörle bir yere varılamazdı?!
* Hasan Pulur / Milliyet

+++++


Başbakan’ın ilginç gafı!
Çalışanların iki saatlik iş bırakma eylemini eleştirmek isteyen Başbakan dün öyle bir söz etti ki; ” dünya gaflar tarihi “ne geçti:
” Bakın şimdi bir şey yapılıyor, nedir o? İş yavaşlatma eylemi. Bunu yasal olarak yapmak kesinlikle yasaktır...
Cümleye bakar mısınız?
“Yasal olarak iş yavaşlatmak kesinlikle yasakmış!”
Yani yasa dışı yapmak serbest!
Yasaların arkasından dolanmaya o kadar alışık ki beyefendi; bir şeyi “yasal olarak yapanları” yasaklamak onun görevi!
Sonra kurduğu cümledeki garipliği fark ediyor ve “Böyle bir şey yapmak hukuken yasaktır” diyor ama; beyninin arkasında yatan gerçek niyet, söze dökülmüş oluyor bir kez!
İşçilerin üretimden gelen güçlerini durdurmaları ne Anayasa’ya, ne de yasalarımıza göre yasaktır Sayın Başbakan!
Açın daha iki gün önce yayınlanan yüksek mahkeme kararına bakın...
Hani şu, “İşçilerin hak eylemleri hiçbir şekilde yasaklanamaz” diyen mahkeme kararına!
Dünyanın her yerinde çalışanlar “hak grevleri” yapar ve bu demokratik sistemin olmazsa olmazıdır!
Her fırsatta “demokrasiyi” ve “özgürlükleri” savunan (kullanan mı demeliydim) bir siyasetçi olarak, bunu bilmediğinizi sanmıyorum...
Biliyorsunuz ama işinize gelmiyor!
Çünkü “demokrasinin çarkları” her zaman lehinize işlemiyor! Özgürlükler her zaman “size” yarar sağlamıyor...
Bu da onlardan biri...
Lütfen, hazmedin!
* Mustafa Mutlu / Vatan

+++++


Mehmet Gül
Beklenmedik zamanda kaybettik Bozok Yaylası’nın boyuna-posuna, sözünegözüne, beynine-gönlüne özel yiğidini...
Yaşı 60’a dayansa da; heybetli duruşu, vatan ve millet konularındaki fikri haysiyet ve asabiyeti ile 18-20’li yaşlardaki gibi kanlı, canlı ve heyecanlıydı. Yakalandığı rahatsızlık sonucu, birkaç ay önce karaciğer nakli geçirmişti. Doktorları ile ülküdaşlarına minnet duygularını sıralarken, “Çok iyiyim. Yeni bir hayata başladım. 4 aylık ömrümüzün kaldığını söylüyorlardı. Ama, kilometreyi sıfırlayıp yeni bir defter açtık işte” diye şakalaşıyordu.

Milliyetçiliği suç gösteriyorlar
Türkiye’deki gazete ve dergiler ile televizyon ve radyolar, tamamına yakını enternasyonal işbirlikçilerin kontrolünde olduğundan milliyetçilere prim vermezler! Dinsizi, dincisi, sağcı ve solcu geçinenlerin alayı birden ya enternasyonal olmaları (dış dünya ile bağlantılı) ya da doğrudan işbirlikçilikleri sebebiyle, vatanseverlere düşmanlık ederler.

Bu tespit ve görüşlerimizin doğruluğunu test etmek de çok kolaydır. Bakın etrafınıza ve seyredin olan-biteni... Bu ülkeye küfredeni, sövüp sayanı, milleti bölüp-parçalayanı, soyup-soğana çevireni, arsızı-hırsızı, yalancıyı-dolandırıcıyı, hülasa pislik ve namussuzluk adına ne varsa hepsini yapanları, ya hoşgörenlere ya demokrasiyi öne sürüp hak verenlere ya da örtülü şekilde arka çıkanlara rastlarsınız.

TV’lerdeki dizilerde, sinemalardaki filmlerde de görüyoruz ya... Devleti yıkmak, milleti halklara bölmek isteyen dünün anarşistleri (Şimdiki teröristlerden farkları ne?), milletimize kahraman gibi gösteriliyor. Devletin güvenlik kuvvetleri, adalet ve hukuk camiası ile diğer organları katil konumuna getiriliyor.

Mehmet Gül ve mücadele arkadaşları ile bizim nesiller, o acı dönemleri çok iyi biliriz. Türk çocuklarının birbirlerine kırdırılmak istendiği o yıllarda olanbiteni de şimdiki kahpelik ve alçaklıkları da çok iyi anlıyoruz. Ama kaderin gözü kör olsun! Herkes kendi dümeninde otladığı yere göre “meee” liyor. Çoğumuz bindiği kayığa göre kürek sallıyor. Olan da Türkiyemiz’e oluyor!
Gül, ateşten gömlek giyip Türkiye’yi böldürtmeyen, şuna-buna uşaklık ettirtmemeye çalışan kuşağın en öndeki kabadayı ruhlu kahramanlarından biriydi. Gerektiğinde Yunus (Emre) gibi sevdalıydılar. Yeri geldiğinde de Yavuz (Sultan Selim) gibi cellallenip yaydan çıkmış ok gibi hedefi vururlardı. O neslin destanını, bu kafalar olduğu müddetçe dizi film veya sinema filmlerinde göremeyeceksiniz. Onlar; savcıları, polis ve askerleri, emekçi garibanları ve Türk çocuklarını katledenleri kahramanlaştırıyorlar. “Her şey Türk için, Türk’e göre ve Türk tarafından” diyenleri kötülerler.

Ama bu milletin sağduyusu var. Allah (Onlar istemese de) nurunu tamamlayacaktır. Acı olan şeylerden biri de mücadelesinde Gül’ü dışlamaya çalışıp şimdi ölünce “dava arkadaşı” olduğunu tekrar hatırlayanlardır. Şu yalan dünyada, bu devlet ve millete cehennemler ’cennet’ diye yutturulmak istenirken, dava adamlarının birbirlerini yürekten sevip kucaklamaları çok mu zordu! Yine de gözün arkada kalmasın koca Mehmet! Vereceğiz elbet el ele, gönül gönüle... Varacağız menzile!

“Saldırtmadın sağ iken mübarek mabedine/Uzanan el kırılır elbet bu kutsal emanetlere/ Yemin ettik arkadaş, yolumuz yolun olsun/ İmansız alçaklardan, zafer kimin haddine...”

* Nazif Okumuş / Takvim

Yazarın Diğer Yazıları