Terör: Nefretin çocuğu!
Terör, nefretin ve ezilmişliğin çocuğudur. Kriminal vakaların çoğunu geçmişte yaşananlarla hesaplaşma yaratır. Bu bakımdan nefret içinde geçen yaşamların kimlik üzerindeki etkisi sanıldığından da fazladır. Paranoid kişiliğin oluşmasında sahip olunan nefretin çok önemli rolü vardır. Nefreti yaşam üretir. Yaşamda uğranılan kötü muamele muhataplarını süreç içerisinde “haksızlık koleksiyoncuları” haline getirir. Kavgacı paranoyak kendine yönelik haksızlıklara açıkça karşı koyarken, çekingen paranoyak kederini içinde büyütür (R. S. Robins, J. M. Post:2001:21).
Ezilmişlik, eksiklik ve yoksulluğun nedenini kendi dışındaki faktörlere bağlamak insani bir eğilimdir. Bu diğer bir yönüyle de bir çeşit savunma mekanizmasıdır. Birey haklı ya da haksız olarak kendisini ezdiği, zulüm ettiği ve yoksul bıraktığına inandığı sisteme, devlete ya da siyasi güce karşı düşmanlık besler. Böyle bir sisteme bu mantık içinde karşı olmak, karşı durmak ya da karşı koymak ezilmişliğe karşı koymak demektir. Paranoid kişiliği bu tür duygu ve düşüncelerin içselleştirilmeleri besler. Mağduriyet paranoyak kişiliğin yakıtıdır. Troreau “Bir insanın işlerini görmesine engel olacak bir derdi varsa, hatta karnı bile ağrıyorsa, bunun için dünyaya yeni bir düzen verilmesi gerektiğine inanır” der. Ancak sorun bireysel alandan toplumsal alana doğru yaygınlaşırsa tehlike büyük. Burada paranoyağın başarısı ezilmişliğini ve mağduriyetini toplumsallaştırmasıyla yakından ilişkilidir.
Paranoyağın yaşadığı kişisel travmalar ve defektler belirli bir grubun sorunuymuş gibi ortaya konularak mağduriyetin toplumsallaştırılması sağlanır. Önemli olan herhangi bir mağduriyetin olması ya da olmaması değil, kişilerin buna inandırılmış olmalarıdır.
PKK’nın lideri “Kürt Bahçesinde Söyleşi” adlı kitapta şöyle konuşuyor: “Son derece çelişkili bir ortamın ürünüyüm, her gün evde, komşuda kavga vardı.../... insanlara 40 metre uzağından bakardım. Babam Ermenilerle dosttu, Türklere, faşistlere karşıydı. Ben de Ermenilerin mazlum insanlar olduklarını gördüm../.. Köyden ilk ayrılışım aile içi kavgalar sonucu oldu. Ailede çok dayak yedim. Annem iki eliyle gırtlağımı sıkar, üç defa öylece kaldırır indirirdi. Tövbe de... 40 defa tövbe diyeceksin diye sıkıştırırdı. Şunu yapmayacağım, bunu yapmayacağım diyerek tövbe ederdim. Tabii kurtulur kurtulmaz da dışarı fırlar ve evi taş yağmuruna tutardım”.
Aynı Öcalan, Türkiye’nin sınırları dışına çıkar çıkmaz ülkeyi kurşun yağmuruna tutmuştur. Kendi ana/babasının evini taş yağmuruna tutan bir kişiliğin ülkesini kurşun yağmuruna tutması çok da anlaşılmaz değildir. Bu durum normaldir de anormal olan Öcalan’ın kendi paranoyak kimliğini, Kürt yurttaşlara giydirmesidir. Öcalan, kendi kişiliğindeki narsistlik, paranoid ve megalomanik yanları toplumla bütünleştirerek Kürt etnik grubunun ezilmişlik duygularını bu duygulara katmıştır (A.Çevik:2008;70). “Öcalan İrademizdir!” söylemini bu şartlar doğurmuştur.
Türkiye’deki terörizm yıllardır iç ve dış şartların inşa ettiği bir nefretin çocuğu ya da çocuğun nefretidir. Onunla mücadele de ona haklılık kazandıracak bir hakkın teslimi suretiyle değil, nefret oyuncağını sevgi oyuncağıyla değiştirerek başarılabilir. Bunun yolu da teslim olmaktan değil, anlamaktan ve önlem almaktan geçer.
Not: Ankara Ticaret Odası’nda 15.03.2008 günü Saat:14.00’te “Irak’ta Türkmen Mücadelesi ve Telafer Savaşları” konulu sunum vardır, Türkiye ile ilgisini kesmemişlere duyurulur.