Terfiler
Türk Silahlı Kuvvetlerindeki yeni komuta kademesiyle ilgili haber ve yorumları okudukça “Vay be” diyesi geliyor insanın.. “Hasdal’dan Paşalığa” manşetleri ile Balyoz kumpasına uğramış üç albayın generalliğe terfisi ile büyük zafer kazanılmış havası oluşturuluyor. Aynı gazeteler Balyoz iddianamesi açıklanınca “Darbeciler” dememiş miydi? Kendi uçağını düşürüp, cami bombalayacağını iddia ettikleri Türk subayları için demediğini bırakmayanların şimdi günah çıkardığını filan düşünmeyin.
Dün AKP, cemaat ortaklığı ile Türk ordusunun millî unsurlarını tasfiye etmekle görevli olanlar aslında bugün tasfiye sürecinin başarıyla devam edişini kutluyorlar. Kelimenin tam anlamı ile “mostralık”tır üç albayın general yapılması. Sadece Balyoz ve Casusluk davalarındaki ayıbı örtme girişimidir. Oysa bu kocaman kumpas halen ortada ve failleri henüz belirlenip yakalanmamış, yargı önüne çıkarılmamıştır. Hal böyle iken Yüksek Askeri Şura’da bir zafer kazanılmış havası pompalamak kumpasın peşine düşmeye hiç de niyetlerinin olmadığının da göstergesidir.
Beşiktaş’ta kurulan pusu ile Silivri’deki düşman hukukunun uygulandığı mahkemeler esnasında bu sütunlardan “ağacın kurdu içindedir” diye yazarak ‘iş birlikçilerin’ tespit edilmesi gerektiğinin altını çizmiştim. Anayasa Mahkemesi beraat kararının üzerinden bunca süre geçmesine rağmen tespit edilme konusunda bir aşama kaydedilememiştir. Kısacası “olan oldu...’’ havası hakim olmuştur. “Kumpasçılardan hesap sorma” nutuklarının palavradan ibaret olduğu ortaya çıkmıştır. Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk, Poyrazköy gibi davalarda tutuklanan personel sayısı bin kadardır. Özellikle askeri casusluk çuvalı içine atılanlarla bu sayı üç bini geçmiştir. Yani Türk ordusunun 25-30 yıllık kaderiyle oynanmış, tutuklanıp hapis yatanlar dışında “lanet olsun” diyerek istifa eden, emeklilik dilekçesi verip üniformasına veda edenlerin gerçek rakamı ürkütücü boyuttadır.
Askerlerin terfi işlerini elbette basın belirlemez.. Dahası hükümet erkini elinde tutan siyasi irade de belirleyemez. Binlerce yıllık bir gelenek vardır. Yazılı olmayan teamüller söz konusudur. Liyakat, sadakat gibi değerler gözönüne alınır. Bir subayın öğrencilik yıllarından itibaren görev yaptığı makamlardaki çalışmaları titizlikle incelenir. Kararı da “Orlar Kurulu” olarak bilinen orgeneral rütbeliler, başbakan ve cumhurbaşkanı da vermez. Adam olacak çocuk misali hangi teğmenin, yüzbaşının, albayın ne zaman hangi rütbeye yükseleceğini her personel aşağı yukarı bilir. Ancak omurgası kaydırılarak tarihinin en büyük tasfiyesine uğrayan TSK’da ne yazık ki personel yarını görebilecek ufku yitirmiştir. Bunu tamir etmek bu enkazı kaldırmak en az 15-20 yıl sürecektir. Bu hafta açıklanan terfileri değerlendirebilmek için son 6-7 yıllık dava süreçlerini iyi bilmek lazım. Kimin hangi makama gelişini tartışmak yerine, 2008 yılında söz konusu makama gelebilme ihtimali olanların hangi yöntemlerle tasfiye edildiğini mercek altına almak gerekir. Bu konuda değerli arkadaşım Müyesser Yıldız’ın Oda Tv’deki yazıları birilerini fena halde ürkütmüş. Her satırının altına imzamı atacağım Yıldız, bazen günde 3-4 yazıyı, haberi kaleme alabiliyor. Bu sütunlardan ayrıntılara girmek mümkün değil. Lafı uzatmadan son terfilerin ‘gaz alma’ operasyonunun bir parçasından öteye gidemediğini belirtelim. Kaldı ki terfi eden üç albayı da tanırım. Birbirinden değerlidirler. Ancak ‘iade-i itibar’ yapılacaksa hepsi terfi edilmeliydi. Aralarından bazılarını çok yakından tanırım. Kaza ile bir kaçı daha general yapılsa, zehir zemberek açıklama ile istifa edeceklerini de biliyorum. 17-25 Aralık sürecinden sonra “inlerine gireceğiz” goygoyculuğu yapanların samimi olmadığını defalarca belirttim. Son YAŞ kararları da samimiyet testinden sınıfta kalışlarını sergilemiştir. İade-i itibarı züğürt tesellisine dönüştürenleri de tarih affetmeyecektir vesselam...