Tereddüt, Yasa ve Anayasa
Adalet Bakanlığı, Cumhurbaşkanı Gül’e askerlerin sivil mahkemelerde yargılanmasını öngören yasa değişikliğiyle ilgili olarak gerekçeler sunmuştu. Medyaya yansıyan kadarıyla Bakanlık, Köşke değişikliğin Anayasa’ya uygun olduğunu, Avrupa Birliği Hukuku ve AİHM kararlarının da bu yasayı çıkarmanın zorunlu kıldığı görüşünü savunmuş. Asker de “gece yarısı” çıkarılan yasayla ilgili olarak Cumhurbaşkanlığına sunduğu raporda, yasanın Anayasaya aykırı olduğu, askeri mahallerin ’masuniyetini’ihlal edecek sonuçları doğurabileceğini ve yasayla sivil ve askeri yargının görev alanının karışabileceği görüşlerini Köşke bildirmiş.
Sonuçta Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, asker ve sivil tarafların görüşlerini aldıktan sonra yasayı bazı düzenlemelerin yapılması ve tereddütlerin giderilmesi kaydıyla onayladığı duyuruldu. Böylece Türkiye tereddütle onaylanmış bir yasaya sahip olmuş oldu. Cumhurbaşkanının yasayı, AB’ye katılım ortaklığı bağlamında yapılması gereken bir değişiklik olduğunu gördüğü için onayladığı anlaşılıyor. Öncelikle hayırlı olmasını diliyoruz.
Anayasaya değil AB’ye uygun!
Cumhurbaşkanınca da onaylanan bu yasanın yerinde, gerekli ve çağdaş gereklere uygun olduğu savunulabilir. Ancak bu yasanın çıkarılış biçimi, yasayı savunanların üslubu, zamanlaması, yöntemi ve Anayasa’ya uygunluğunu kimse savunamaz. Bilindiği gibi Türkiye’de iktidar yandaşı zihniyete göre AB’ye karşı yükümlülük her şeydir. AB’ye karşı “ev ödevi” yapılırken TC Anayasası, Milli Güvenlik, Milli Devlet ya da Milli Kültür gibi ayrıntılar çok da dikkate alınmaz.
Amaçsal yorumcular!
Liberal kesim ’gece yarısı yasası’olarak ünlenen bu yasaya Anayasa Mahkemesinin “amaçsal yorum” la yaklaşması halinde Anayasaya uygun bulacağını düşünüyor. Bu yaklaşımın kendisinin ne denli sorunlu olduğunu söylemeye bile gerek yoktur. Kanunların “lafzıyla ve ruhuyla meri” yani yürürlükte olacağını yasalar söyler. Bunu herkesten daha çok da hukukçular bilir. Yasanın lafzı ayrı, ruhu ayrı bir biçimde yorumlanamaz. Aynı şekilde yasada yazılı olan sözlerle amaç kastı çelişiyorsa söz amaca uygun hale getirilir. Bunun yolu da sözün, yani T.C. Anayasasının 145. Maddesinin değiştirilmesinden geçmektedir.
T.C. Anayasasının 145. maddesi değiştirildikten sonra bu yasa çıkarılmış olsaydı, bu kadar tartışma olmazdı. Kaldı ki muhalefet dahi T.C. Anayasasının 145. maddesinin kapsamının genişliğinden ve ayrıntısından şikâyetçidir. Hemen herkes yeni yasanın özü itibarıyla doğru olduğunu savunuyor. Demek ki yapılan işin doğru olması yalnız başına yeterli olmuyor.
Kaldı ki çıkarılan hiçbir yasa Anayasaya aykırı olamaz. Bu bağlamda AB Katılım Ortaklığında Türkiye tarafından yerine getirilmesi öngörülmüş olan yükümlülükler gerekçe gösterilerek Anayasaya açıkça aykırı olan bir yasa savunulamaz. Anayasa’da yazılı olan metinle açıkça çelişen herhangi bir yasa metnini Anayasa Mahkemesinin şu veya bu gerekçe ile iptal etmemesi kendi saygınlığını tartışmaya açması anlamına gelir. İptal edileceği kesin olan böyle bir yasa çıkarmak, Nasrettin Hoca’nın “ya tutarsa” mantığıyla göle yoğurt çalmasına benzemektedir. Her yıl göle maya çalınmasına rağmen bu mayanın tuttuğu hiç görülmemiştir.