Tencere tava, hep aynı hava...
Gazeteci soru soruyor; “sorgulanmak” tan haz etmiyor ya:
- 5 gündür aldığınız mesaj bu mu?
Başka bir gazeteci “benim görevim sormak, senin ki de halkı doğru bilgilendirebilmemiz için cevaplamak” der gibi soruda ısrar ediyor. Vay hadsiz tonunda, çileden çıkıyor:
- İşte böyle bilgilendiriyorsunuz!..
Akşam 21.00’den sonra çıkarın kulaklarınızdaki tıkaçları; yer yerinden oynuyor; desteklersiniz-desteklemezsiniz ayrı mevzu ama bir vaka var ortada; halkın hiç azımsanmayacak bir kısmı ayaklanmış durumda.
Tınmıyor.
Toplumsal muhalefet algısı:
- Tencere tava, hep aynı hava...
“160 polisiM, 60 vatandaş yaralanmıştır” diyor.
“Vatandaş” takısız.
“M” yok sonunda.
Polis onun polisi (ki bence orası biraz şüpheli), vatandaşı Marslılar cami önüne bıraktı sanki!
“Diğer yüzde 50”ye dahil değil ya sokaktaki, makamının yüklediği sorumluluk bile yetmiyor o gözü çıkan, kolu bacağı kırılan, kafası yarılan doktora, profesöre, gazeteciye, sanatçıya, TOMA’ların altında ezilen o gençlere aidiyet hissetmesine!
Öyle bir konuşuyor ki “benim” dediği “yüzde 50” (ki bence bu oran da hayli şüpheli) hakkında, sanki tam teçhizatlı koşum takımı donanmış her bir ferdi;
“Zor tutuyor”muş;
Ne ile tutuyorsun onu da söyle bari;
“Dizgin” mi?
Bu tutum, her şeyden önce seni destekleyenlere “hakaret” değil mi!
Normal bir şey gibi “Bazı gazetelerden reklamını çekenleri arattırdım” diyor. Tek başına bu tavır bile yeter görmeye, gittiğimiz yere faşizm dendiğini... Seni ne ilgilendirir medya ile reklamverenlerin arasındaki ilişki?
***
Freni boşalmış gibi gidiyor ya böyle...
Milletin çığlığına “bir sinek vızıldadı sanki” muamelesi çekiyor ya...
Nemrut’un hikayesi geliyor aklıma!
Ne büyüktü!
Nasıl hükmedici!
Ona tapmayan ölsündü;
Biat etmeyen sürüm sürüm, sürünsündü!
“Sensin” demeyen zulüme müstahaktı!
Sonra bir gün bir sinek vızıldamaya başladı Nemrut’un etrafında... Kaçtı olmadı, adamlarını saldı üstüne olmadı...
Bir küçük sinek, tanrılaşan hükümdarın uykularını kaçırdı...
Tam ezdi sandığı gün, sinek burnundan girdi bu kez beyninde vızıldamaya başladı... Acısı dayanılmazdı. O da dayanamadı. Kurtulsun diye dövdürdüğü kendi başıydı. Kan revan içinde kaldı; yine de sonunun geldiğini anlamadı.
Kıvrandı, çırpındı; orduların yapamadığını bir tek sinek yaptı;
Canını hem de kendi kendine almasını sağladı...
***
Tarih ve tekerrür üzerine deyişlerimiz, kıssadan hisselerimiz var ya...
Bir nevi...
“Tencere tava, hep aynı hava” tadında değil mi?
“Bir gazeteci iki Altaylı”
NTV’nin sözüm ona ne kadar da özgür yayıncılık yaptığını, nasıl da her kesimin sesine kulak verdiğini kanıtlamak üzere giriştiği “Aaa şu anda stüdyomuzun önüne biriken kalabalık bizi protesto ediyor sayın seyirciler” pişkinliğinden sonra dünün en güzel esprisi “Bir gazeteci 2 Altaylı” olayı oldu.
Bir gün önce Habertürk’te, Başbakan’a, tabiri caizse millete savaş ilan etmesi için zemin hazırlayan, çanak soruları da açıp bir ara işi “Medya nerede hata yapıyor? Neden yaranamayan noktadayız” demeye kadar vardırarak, ideal gazeteciliği “iktidara yaranabilmek” biçiminde algıladığı görüntüsü yaratan Fatih Altaylı’dan sonra, dün Tayyip Erdoğan’a soru sorma başarısı(!)nı gösteren Reuters muhabiri Birsen Altaylı’yı yere göğe koyamadı medya!
“Gururumuzsun”lar, “Helal olsun”lar...
Haber alamamaktan muzdarip başka mesleklerden insanları anlarım da gazeteciler hiç mi utanmadılar acaba?
Yapamadığınızı yaptı diye mi bu alkış...
Yüzünüz kızaracağına...