Televole açılım
İşin cılkını çıkarmakta her daim mahir olanlar, adına açılım dedikleri saçılım paketini de magazin haline dönüştürdüler. Ne de olsa televole onların hayat tarzı. Yaptıkları işten, yedikleri yemeğe, okudukları, seyrettikleriyle beraber gönül ilişkileri de televole üzerine kurulmuştur. Her daim olduğu gibi içinde demokratikleşme, barış, insan hakları gibi kelimelerin geçtiği her şeye balıklama dalanlar nihayet saçılma ve bölünmeye de magazini eklediler.
Eleştirilere karşı yaptıkları savunmada “Ne yapalım halk bunu istiyor. Rayting ölçümlerinde televole önde” diyen sözde gazetecilerle televizyonculara şimdi de siyasiler eklendi. Üstelik ön adlarında devlet adamı kimliği olanlar da bu halk yardakçılığı olan popülizme kaydılar. Akıncı gençlikten yetişip ilçe ve il başkanlığı yapan, popülizmin dik alasının uygulandığı belediye başkanlığı da yapan Recep Tayyip Erdoğan’ı anladım da titrinde “profesör” bulunan akademisyen Beşir Atalay şaşırttı beni. Üstelik İçişleri Bakanlığı gibi stratejik bir makamda bulunan Atalay’ın çok ciddiye aldığı ve bana göre içinde ne olduğunu bilmediği paket ile ilgili görüşmelerinde işi magazine etmesi tuhaf değil mi? Başbakan ile ’kanka’durumuna yükselen Sezen Aksu’dan sonra bilirkişi konumuna Hülya Avşar da terfi etti. Milyonların okuduğu anlı-şanlı köşe yazıları ile, akademisyen ve fikir adamları da Sezen ile Hülya’nın konuştuklarını tartışıyorlar. Bütün bunlar “az gelişmişlik kompleksi” nden kurtulamayışın yansıması değil de nedir?
Milletvekilliği ve bakanlık görevinden önce kamuoyu araştırma şirketinin sorumlusu olarak bildiğim Sayın İçişleri Bakanı Beşir Atalay, yüklendiği sorumluluk sebebi ile Doğu ve Güneydoğu’da ebelik, hemşirelik, muhtarlık, askerlik, polislik, savcılık, bankacılık, sosyolog, psikolog, kaymakam, vali, istihbaratçı, ziraat mühendisi, narkotik polisi, kamyon şoförü, köy öğretmeni, imam gibi bir çırpıda aklıma gelebilenlerle görüşüp asıl adı terör olan sorunun çözümü için bilgi alışverişinde bulunmuş mudur?
Canım memleketin gidişatından endişe duyan sorumluluk sahibi aydınlar tarafından hazırlanan raporlara göz atmış mıdır?
Efendim Sezen Aksu, Tunceli ve Diyarbakır’da konser vermiş. Babası Kürt olan Hülya Avşar, Zapsuyu’nda film çevirmiş. İyi de hangisi terörün kol gezdiği, yoksulluğun kader haline geldiği mahalle ve köylerde bir gece sabaha kadar uykusuz kalmıştır?
Ya da, polis okuluna, bilmem ne oteline davet edilen gazetecilerden hangisi vücudunda 6 kurşun deliği olan 6 aylık bebeğin cenazesini yıkamış, ana-babasının yıllar boyu yaşadıklarına tanık olmuştur? Bölgede kelle koltukta görev yapan personel ile 24 saati beraber geçirmiştir? “Anaların göz yaşı dinsin” demek kolay. Adı geçen gazetecilerden hangisinin şehit anası-babası vardır? Oğlu, kardeşi mevzide, pusuda nöbet beklemektedir? Ya da soruyu tersine çevirelim o gazetecilerin patronları inşaat, enerji, petrol işleriyle ilgili kaç para kazanmaktadır?
Yine Sayın Atalay ve Erdoğan, göreve geldikleri günden bu yana ülke sınırları içinde kaç ton uyuşturucu yakalandığını, bunların sahiplerinin kim olduğunu, kara-paranın miktarını ilgililere sormuş mudur? Ya da Yeşil Kart rezaletini... Kastamonu’da ahırında 2 ineği, Afyon’da babasından intikal eden 3 dönüm tarlası olduğu için ilaç parası bulamayanlara karşı Ağrı’da benzin istasyonu, Diyarbakır’da 1500 dönüm tarlası, Şırnak’ta kamyonları; TIR parkı, Mardin’de Mercedesleri; JEEPleri olanların Yeşil Kartlarının sebepleri, sebebi hikmeti araştırılmış mıdır?
Çankırı’da devlete 100 lira vergi borcu olup hapishaneye giren ile dağdakine af istemenin kamu vicdanına ne kadar sığdığını sormak yerine televole öyle mi?
Yarın öbür gün muhafazakar eşcinsel Cemil İpekçi ile açılım, Ajda Pekkan’la gerilim, Kuşum Aydın ile saçılım, Fatih Ürek ile terör, Banu Alkan ile güvenlik konularında yapılacak röportajlardan sonraki telefon trafiğini düşünemiyorum...