Tek sorun heykellerin estetik değersizliği mi?

Baktım, bu işin sağı, solu, ortası, kenarı, muhafazakarı, liberali, imansızı, İslamcısı yok…

Baktım, yolsuzluğu ayrı, hırsızlığı ayrı, haksızlığı, hukuksuzluğu, suçu ve suçluyu koruyup kollaması ve dahi suçun ta kendisine dönüşmesi ayrı…

Baktım, olağan şüphelilerin yakayı ele vermesi neyse de, bir yandan da "insanlık, vicdan abidesi" varsaydıklarımız yerle yeksan olmaya başladı birbirinin peşi sıra; "insan"a dair hiçbir mevzunun içinden çıkamıyoruz.

Demokrasi kültüründen hukukun üstünlüğüne; ne kadar çıkış yolumuz varsa köküne kibrit suyu dökülüyor itinayla.

Ben de, taşa toprağa sarayım dedim bir günlük de olsa…

***

En ünlüsü, içinden çocuk çıkan versiyonundan sonra artık "fenomen" bile diyebileceğimiz "karpuz" malumunuz.

Mısır koçanı var… Havuç… Ceviz… Üzüm…

Kiraz var mesela; şehrin ne kadar kiraz bağı varsa üzerine "site" kondurulmuş Tekirdağ''ın simgesi sayılıyor, her nasılsa hâlâ.

Sarımsak… Kavun… Elma… Armut…

Biber var… Ayrıca isot…

İşleyecek fabrikaları kapatsak da, şeker pancarı…

Heykel iddiasında olmakla birlikte sair ekseriyeti hafızalarımıza "ucube" olarak kaydedilen "şey"lerden söz ediyorum.

***

Biz onlarla kafa buluyoruz ya her fırsatta, "taş"tan ibaret olmasalar bünyelerine azıcık ruh da üflenmiş olsa, kim bilir onlar nasıl gülerlerdi bizim düştüğümüz duruma…

***

Fenomen "Diyarbakır karpuzu" mesela; kondurulduğu yere bakıp şaşkın şaşkın sorardı herhalde etrafa;

- Benim ne işim var acaba burada! Tohumu Meksika''dan ithal edilen Diyarbakır karpuzu olur mu hiç Allah aşkına!

Zira, 2006''da kabul edilen Tohumculuk Yasası ile kayıt altına alınmamış yerel tohumların satışı yasaklandı biliyorsunuz Türkiye''de.

2018''den itibaren ise yalnızca sertifikalı hibrit tohumları kullanan çiftçileri destekleme kararı aldı Tarım Bakanlığı.

Neden?

"Ama GDO''lu değil ki" diye aklanmaya çalışılan ama bildiğimiz manadaki ata-dede tohumu da olmayan "hibrit tohumlar" kullanılarak hem daha yüksek verim almak hem de elde edilen ürünü daha uzun süre depolamak, raf/tezgah ömrünü uzatmak mümkün olabilecekti; tamamen "duygusal" yani!

***

İşin daha duygusal olan boyutunu bakanlığın tohum ithalat ve ihracat tablolarını incelerken fark ettim.

2002 yılında 129 ton buğday tohumu ithal eden Türkiye, 2020 yılında bin 146 ton ithal etmiş.

2002''de hiç arpa tohumu ithal etmezken, 2020''de 288 ton ithal etmişiz.

2002''deki 784 tonluk mısır tohumu ithalatı, 2020''de 6 bin 705 tona ulaşmış.

2002''de 177 ton ayçiçeği tohumu ithal ederken, bu miktar 2020''de 755 tona yükselmiş.

Hayvancılıkta hissedilir bir gelişme olmamasına, yediğimiz eti de ithal eder hale gelmemize rağmen, 2002''de 403 ton ithal ettiğimiz yem bitkileri tohumunu, 2020''de 6 bin 57 ton ithal etmişiz.

Merak eden varsa, söz konusu raporlarda, tohumunu ithal etmediğimiz tek ürün yer fıstığı olarak gözüküyor bu arada.

***

Madalyonun bir yüzünü gösterip diğer yüzüne bakmayınca, istemeden bir çarpıtmada bulunmuş olmayayım bir de tohum ihracatı durumumuza baktım.

Zaten tohum ihraç edebiliyorsak o zaman aynı ürünlerde neden tohum ithal etme ihtiyacı duyuyoruz orasını hiç anlamamakla birlikte; ihraç ettiğimiz tohum ithal ettiğimizden açıkça fazla.

İlk bakışta "kârda" gözüküyoruz değil mi?

***

Bu alım satımların maddi karşılığına bakınca o iş pek de öyle değil gibi.

Biraz hesap kitap yapmanız gerekecek ama şöyle anlatayım;

Bin 146 buğday tohumunu 893 dolara atın alırken, 16 bin 354 ton buğday tohumunu sadece 7130 dolara satabilmişiz. Oranladığımızda alırken ödediğimiz, satarken kazandığımızdan neredeyse yarı yarıya fazla.

Mısırda daha büyük fecaat söz konusu. 2020 yılında, ithal ettiğimiz 6 bin 705 ton mısır için 28 bin 730 dolar öderken, ihraç ettiğimiz 26 bin 349 ton mısır tohumunu toplamda 36 bin 827 dolara satabilmişiz; oranlarsak, tohum alış fiyatımız, tohum satış fiyatımızın üç katından fazla.

***

Soru şu:

Gerçekten gerek var mı bu kadar "duygusallığa"!

Ha bir de, tohumu yabancıdan aldığımız ürünün heykelini, ne yüzle şehrin sembolü diye dikebiliyoruz hâlâ!

Yazarın Diğer Yazıları