"Tek millet"in fendi "İki devlet"i yendi mi?

Azerbaycan'ın, Ermenistan işgali altındaki topraklarını kurtarmak için 17 Ağustos 2020 günü başlattığı fiili "vatan savunması", resmen 10 Kasım 2020 günü sona ermiş; Rusya'nın dayattığı anlaşmanın yürürlüğe girdiği o gün de "Karabağ zaferi" kazanılmış varsayılmıştı.

Edilgen ifadeler kullanıyorum zira "zafer" sayılan anlaşmayla ilgili kaygılarımdan kurtulabilmiş değilim henüz.

***

Sonradan ortaya çıktı ki, 30 yıl süren işgalden sonra topraklarının bir bölümünü de olsa geri almanın coşkusunu yaşayan Azerbaycan, bu tarihi, yani 10 Kasım'ı "Karabağ Zafer Günü" ilan etmişti. Milli kazanımlarıyla gururlanan her devlet gibi, Azerbaycan da, "zafer günü"nü "bayram havasında" kutlayacaktı illa ki… Aliyev'in, Ermenistan'ın başındaki Paşinyan'a hitaben yaptığı konuşmaya atıfla, bolca "raks eyleyecekti"

Biz, ne kadar "yas günü değil" filan desek de yas eylerken!..

***

10 Kasım'ın Türkiye Türkleri için taşıdığı anlamı da geçiniz; efsane liderlerinden Ebulfeyz Elçibey'in "Ben Atatürk'ün askeriyim" dediği, keza Haydar Aliyev'in türlü övgüler eşliğinde bir "Atatürk Merkezi" kurduğu, bizatihi İlham Aliyev'in Bakü'nün göbeğine bir Atatürk heykeli diktirdiği, "tek millet" dediğimiz Azerbaycan'da, böyle bir karar nasıl alınabilirdi?

Sonraki yıllarda, kurduğu devleti yöneten siyasi iktidarların buradan Erivan'a yol olan ayıpları bir yana; "Azerbaycan'ın sevincini sevinci, kederini kederi" bilmiş bir lidere karşı bu vefasızlık nasıl yapılabilirdi?

Onun işaret ettiği istikamette, yüreği "Türk birliği" için atan bir milletin duyguları nasıl böyle hoyratça incitilebilirdi.

Azerbaycan'ın geri aldığı her karış toprak ve o uğurda can veren her bir şehidi için gözyaşı döken, dualarını Azerbaycan ordusunun üzerinden eksik etmeyen Türk Milliyetçileri, Atatürkçüler, vatanseverler, Türkçüler; velhasıl Türkler, kendini Türk hissedenler, bu karar karşısında yaşadıkları derin hayal kırıklığını net olarak bildirdi.

Azerbaycan Cumhurbaşkanı Aliyev de, Atatürk'ün "Her bir Azerbaycanlının kalbinde yer eden bir lider" olduğunu da ifade ettiği bir açıklamayla, Karabağ Zafer Günü'nü, "Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu ve adı, Türk dünyası tarihine altın harflerle kazınmış büyük şahsiyet Atatürk'ü anma günü olan 10 Kasım" tarihinden, Şuşa'nın kurtulduğu 8 Kasım tarihine çekildiğini ilan etti.

***

"Gardaşlık" bağlamında olması gereken oldu; bu hassasiyet keşke 10 Kasım'ı "Zafer Günü" ilan ederken gösterilmiş olsaydı ama zararın neresinden dönersen kâr filan hepsi tamam da…

Bir küçük "ayrıntı(!)" takıldı kafama…

Dün, bu satırları yazdığım saate kadar, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni yönetenlerin, yardımcılarının, sözcülerinin, danışmanlarının ve dahi onların iletişiminden sorumlu kişilerin resmi hesaplarının hiçbirinde "görmedim, bilmiyorum, duymuyorum"dan daha ileri bir tavır göremediğim için sorma ihtiyacı hissettim:

Sayın Aliyev'in, "10 Kasım"ı "Zafer Günü" olarak kutlamaktan vazgeçmesi yönünde herhangi bir "diplomatik" yahut "dostane" temas kuruldu mu iki devletin idarecileri arasında? Yoksa karar tamamen "iki devlet"in değil de "tek millet"in zorlamasının neticesi mi?

Toplumsal infial bir yana, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, "resmi olarak" bu konuda bir rahatsızlık bildirdi mi, hassasiyet gösterdi mi?

Rahatsızlığı geçtim; kutlama tarihi 10 Kasım'dan 8 Kasım'a alındıktan sonra "resmi" bir teşekkür iletildi mi Azerbaycan Cumhurbaşkanı'na?

Şizofreni…

Bir milletvekili, canlı yayında, milyonların huzurunda maksadını aşan daha doğrusu maksadı kasten aştırılan bir ifade kullanıyor, hemen orada, aynı yayında, milyonların huzurunda ne demek istediğini en zırcahilin bile anlayabileceği netlikte izah ediyor; derdini, şaibeye yer bırakmayacak biçimde ifade ediyor, ve dahi yanlış anlaşılmamak için yanlış anlaştırılacağı belli olan sözlerini geri alıyor…

Bütün bunlar olmamış gibi siyaset kelle istiyor, yargı devreye giriyor vs. Milletvekilinin düzelttiği ifadesini, düzeltmediği yönünde bir algı inşa ediliyor ve onun üzerinden bir nefret kampanyası yürütülüyor.

***

Bu garabetin yaşandığı televizyon programının sunucusu mevzu bahis ifadelere müdahale ediyor, karşı çıkıyor, nihayetinde geri aldırıyor… Bütün bunları yapmamış gibi bir iklim yaratılıyor. Alkışlamış, onaylamış, desteklemiş ve dahi özellikle o söyletmiş gibi kanalına ağır mı ağır bir ceza kesiliyor.

***

Bir muhalefet partisinin muhalefetinden rahatsız olan iktidar partisi milletvekili, bu partiyi eleştirdiği konularda soru önergesi vermemekle suçluyor. İşaret ettiği tarihlerde böyle bir parti bile yok halbuki. Bir parti, var olmadığı zamanlarda sormadığı sorulardan mesul tutulabilir mi?

***

Bu "yalan", bu "sanrı" dünyası…

Gerçekte var olmayan sözler, eylemler, suçlar, kurumlar hakkında "varmışçasına" politika geliştirmek, karar vermek, işlem yapmak; ben mi yanlış biliyorum; şizofreni belirtisi değil mi?

Bu durumla, tıbbi olmayan herhangi bir yöntemle mücadele edebilmenin bir yolu var mı?

Yazarın Diğer Yazıları