Tehlikeli ayrışma ve gerilim!
Türkiye’de hemen her kurum bir diğerinin peşine takılmış durumdadır. Herkes birbirini dinliyor ve izliyor. Birileri de herkesi dinliyor. Askerler polis tarafından; savcılar diğer savcılar tarafından izleniyor. Takip edenler, takibe takılıyor; göz altına alacaklar göz altına alınıyor. Garip ve ilginç günler geçiriyoruz. Türkiye’de hiç kimse hiç bir şeye karşı sigortalı değil. Günümüz Türkiye’sinde herkesin başına her an, her şey gelebilir. Bunun için ister yüksek yargı mensubu ol, ister general, ister mahkeme başkanı ol istersen Cumhuriyet başsavcısı fark etmiyor. Hemen herkes şüpheli konumuna düşürülmüş durumdadır. Kuşkusuz burada kimsenin hukuk ve yasalardan muaf olmaması eleştirilmiyor. Yalana, iftiraya, isnat ve ithamlara muhatap olma ihtimalinden kimsenin muaf olmamasından bahsediyoruz.
Resmen güven var, fiilen yok!
Devlet yetkilileri kurumlar arası bir güvensizliğin ve uyumsuzluğun yaşanmadığından söz ediyor. Kurumlar arasında olduğu söylenen gerilim sürekli yalanlanıyor. Resmi ağızlar söylenenin aksine kurumlar arasındaki uyum, ahenk ve işbirliğinin zirvede olduğundan dem vuruyorlar. Demek ki kurumlar arasında resmen güven ve uyum vardır ancak fiiliyatta yoktur. Söylemde güven, eylemde güvensizlik söz konusudur.
Çünkü ne zaman kurumlar arasında güven ve uyumdan söz ediliyorsa akabinde güvensizlik ve gerilim içeren bir veya birkaç olay gündeme düşüyor. Nitekim MGK’da kurumlar arası güven ve uyumdan söz edilmesinin üzerinden birkaç saat geçmeden polisler, Kozmik Odada araştırma yapan Savcının takip edildiği iddiasıyla iki aracı durduruyor. İçinden teknisyen ve marangoz askerlerin bulunduğu araçtan askerler çıkıyor. Genelkurmay “son günlerde yaşananların, kişileri ve toplumu ne hale getirdiğini göstermesi bakımından önemlidir” diye açıklama yapıyor.
Kurumlar arası ve içi ayrışma!
Yaşananlar yalnız kurumlar arasında değil aynı zamanda kurumlar içinde de büyük bir gerilimin olduğunu gösteriyor. Bugünlerde kurumlar içi ve arası gerilim 12 Eylül öncesinden daha vahim bir aşamaya ulaşmıştır. İnsanların kimisi darbe, kimisi de Ümraniye davası paranoyağı haline gelmiş durumdalar. Ayrışma ve ötekileşme adeta kurumsallaşmıştır. Kafalarda ayrışmanın meydana getirdiği yarılma ise iyice belirginleşmiştir. Toplum zihinsel anlamda keskin iki kategoriye ayrılmıştır. Diğer yandan kurumlar arası çatışma üreten bazı ihbarların ABD’den yapılmış olması da dışarıdan birilerinin bu ayrıştırmayı giderek çatışma boyutuna taşımaya çalıştığını göstermektedir. Konuya duyarlı olması gerekenler aksine bu ayrışmayı görmezlikten gelmektedir.
Boşluğu dogma ve fanatizm
dolduruyor!
Şok olarak nitelenebilecek bu tür olaylar; toplumun, standart düşünce tarzını sarsmış, geleneksel referanslarını geçersiz kılmıştır. Bugün karşılaşılan sorunları eski kalıplarla anlamaya çalışanlar ise eskimiş olduklarını fark etmemektedir. Eskiyen cevaplar ve işlevsiz kalan kavramların yerini dogma ile ideoloji doldurmaktadır. Bu da fanatizmin zirveye vurması anlamına geliyor.
Laik-dindar, açılımcı-açılım karşıtı, darbeci-demokrat, yandaş-muhalif keskinleşmesi bir ahtapot gibi toplumu çepeçevre kuşatmıştır. İktidar, bu kesinleşmeyi ve keskinleşmeyi küçümsemektedir. İktidar elindeki gücün her şeyi dizayn etmeye yeterli olduğuna inanmaktadır. Aslında “farklılık zenginliktir” diyerek farklı olmayı adeta kutsayan, benzer yanları küçümseyen iktidarın bu ayrışmadan rahatsız olması da beklenemez. Toplum, kışkırtılan bu ayrışmadan ancak kendi sağduyusuyla kendisini kurtarabilecektir.