Tedaviye muhtaçtır!..
Demokrasinin ilkelerinden yararlanıp faşizmi savunmak veya uygulamaya sokmak, saptırmanın da taa ötesindedir; artık o eylemin adı “sapıtma”dır.. Sapıtan da “sapık”tır!.. Ruhsal bir hastalıktır, tedavisi gerekir...
Yol veya yön değiştirmektir sapma... Doğrusal bir hareketin hedeflediği noktadan farklı bir noktaya yönelmesidir.. Gözlem ve deneylerle, elde edilen sonuç ile mutlak sonuç arasındaki farkın adı da sapmadır.. Yörünge değiştirmedir!.. Hata payıdır...
Savuna geldiği fikirlerden ve ilkelerden uzaklaşarak, farklı bir düşünceyi benimseme noktasına gelmiş olmakta sapmadır!..
Bireysellik ve nesnellik taşımasına rağmen bu tür sapmalar toplumca hoş görülme oranları içinde kaldığı sürece bilimsel olarak da bir sorun oluşturmaz.
Fikir ve düşünce sistemindeki sapma ise, hiç de masum sayılmaz.. “Değiştim-geliştim” savunmasına dayansa da, bu sapmanın bir çıkar ve gizli niyet adına yapılmış olduğu ve altında bir riyanın yatıyor olma kuşkusunu beyinlerden silemez!..
Kasıtlı sapma bir erdemsizliktir!.. Edepsizliktir!.. İnandırıcılıktan uzaktır... Ahde de vefaya da terstir. Fikir ve yol arkadaşlarını satmaktır!..
Kasıtlı sapma, güçlenmek için saptırmayı araç olarak kullanır... Sapmaya mazeret uydurmak, bahane bulmak, için kaçınılmazdır saptırmanın devreye sokulması.. İşin içine saptırma girdiğinde ise, artık yalan, riya, takiyye... ne varsa devrededir destek için... Ençok yalan söyleyen ençok bağırandır. Suç bastırmaktır bunun adı.
Hileyi şer’iye
Sosyal devlet olma ilkesinin arkasına sığınıp, devletin valileri, kaymakamları eliyle fukaralığın ve çaresizliğin, sadakalarla oya tahvili saptırmadır... Deniz Fenerleri, İHH’lar ve benzerlerini yaratmalar dini ve insani duyguları istismardır, saptırmadır!.. sonucu baştan bilinmesine rağmen istismar amaçlı ortaya konan Mavi Marmara olayı saptırmanın boyutlarını çoktan aşmış hileyi şer’iyeye, daleveraya ulaşmıştır!...
Maden kazalarının kaderciliğe indirgenmesi, ölenlerin yakınlarının “güzel ölümlerle(!?)” teselli edilmesi.. referandumda “hayır” oyu kullanacakların yarın ahirette tanrının soracağı hesaba muhatap olacakları.. hangi aklın, hangi idrakın, hangi vicdanın eseri!.. Hani yalan zehirli yılandı.. Dönüp bunları niye sokmuyor!.. Yalancılar, riyakarlar, Tanrının gazabından kurtulamazlarsa, yeni bir Nuh tufanı mı bekliyeceğiz gazabı için!?..
Sapla saman karıştı
Vesayet, özgürlük, demokrasi, milli irade, açılım...Karmakarışık!.. Sap hangisi, saman nerede!?
“Vasi ben olursam, vesayet yoktur!.” Anlayışının hakim olduğu bir zihniyetten, demokrasinin ve özgürlüğün de gerçek tanımını ve uygulamasını beklemek saflık olur.
Demokrasinin ilkelerinden yararlanıp faşizmi savunmak veya uygulamaya sokmak, saptırmanın da taa ötesindedir; artık o eylemin adı “sapıtma”dır.. Sapıtan da “sapık”tır!..Ruhsal bir hastalıktır, tedavisi gerekir!..
Adaleti tesis etmek ve eşit dağıtmakla mükellef kişnin “analar ağlamasın!” sözü bir saptırma olmaktan öteye gitmez!..
Mehmet Halil Arık / Denizli
+++
Rüyanız hayrolsun zengin olmak isteyen halkım!
Rüyamda Başbakan olmuşum, Meclis grubunda konuşma yapıyorum:
“Değerli arkadaşlar, sevgili konuklar, hepinizi en kalbi duygularımla selamlıyorum...
Bildiğiniz gibi iktidara geldiğimizden beri pek çok iş yaptık, kalkınma ve gelişme bakımından büyük başarılar elde ettik...
Şimdi burada vereceğim bazı rakamları hepinizin ve ekranları başında armut yiyen sayın vatandaşlarımızın dikkatle dinlemesini istiyorum...
Evet, değerli milletvekili arkadaşımız Hulusi bey parlamentoya girdiğinde, iki oda bir salon ev, bankada 2 bin dolar parası olan bir arkadaşımızdı... Oysa şimdi Batıkent’te iki villası, bankada 4 milyon lirası bulunuyor... Keza Vahap arkadaşımız... Bunu özellikle ekranları başında yumurtalı kavurma yapmak amacıyla fasulye doğrayan kadınlarımız iyi dinlesin lütfen, milletvekili seçilmeden önce borç harç yaşayan bu arkadaşımız, bugün sağa sola borç verecek duruma gelmiştir...
Kimin sayesinde?
Bu iktidar sayesinde... Çünkü biz laf değil iş üretiyoruz... Ekranları başında okey oynayan vatandaşlarımız da bunu biliyor, takdir ediyor... Şimdiye kadar görev yapan hükümetler döneminde böyle bir kalkınma yaşanmadığını Mısır’daki sağır sultan bile duydu... Tabii burada kendi durumumdan bahsetmek istemiyorum... Bunu gerek sizler, gerekse ekranları başında göbeğini kaşıyan sevgili vatandaşlarımız gayet iyi bilmektedir. Malumun ilanına gerek yok...
Eğer şimdi biriniz çıkar da efendim ben iktidarımız döneminde yeteri kadar zenginleşemedim derse, onu nankörlükle suçlar, aziz milletimizin takdirlerine havale ederim. Hepinizi saygıyla selamlıyorum...”
Yorumu: Siz en kestirme yoldan zengin olmak isteyen, bunun için de her türlü imkanı zorlamaya karar vermiş birisiniz dostum...Dilerim rüyanız gerçek olur...
Haldun Ertem
+++
Referandum kabusa dönüştü
Bir zamanların zevkle dinlenen meşhur şarkısıydı, zamanın başbakanı Tansu Çiller sık sık duygulanıp ağladığında gazeteler başlık atardı “Bu kadın neden ağlıyor” diye...
Şimdiki başbakan kadın değil fakat o da ağlıyor. Peki, “bu adam neden ağlıyor?”
Ülkücü Mustafa Pehlivanoğlu’nun mektubuna ağlıyormuş.
Solcu Necdet Adalı’ya ağlıyormuş.
PKK sempatizanı Ahmet Kaya’nın türkülerine ağlıyor.
Bu aralar başbakana her kesimin oyu lazım, artık nutuk fayda etmiyor, umudunu ağlamaya bağlamış.
Bu tavır ve davranışlar bile AKP’nin iktidardan, Tayyip Erdoğan’ın başbakanlıktan gitmesi ve referanduma “hayır” denilmesi için yeterli sebeptir.
Bir devlet adamı bu kadar açıktan, böylesine sırıtan ve ucuz bir politika takip etmemeli. Daha ciddi ve inandırıcı davranmalıdır.
12 Eylül idamlarının üzerinden 30 yıl geçmiştir. Bu süre zarfında Başbakan, il başkanlığı, belediye başkanlığı görevlerinde bulunmuş, sekiz yıldan beri de başbakandır. Bu idamları şimdi mi hatırlıyor? Kelimenin tam anlamıyla “çok ayıp”.
İhaleler, devlet kadroları, gemicikler, arsalar, şirketler, holdingler, yurt dışı gezileri, zevklere sefalara gelince Pehlivanoğlu ve onun ülküdaşlarını hatırlayan yok. Peki şimdi hayırdır böyle mektup okumalar, ağlamalar.
Bu mektup ve ağlama ile Tayyip Bey kendisini ele vermiştir. Demek ki ülkücüler onların iddia ettiği gibi sarkık bıyıklı militanlar, mafya, çete değilmiş. Onlar İnandıkları dava uğruna canlarından geçen Allah ve Milliyetçilik davasının yılmaz ve yorulmaz savunucularıymış.
Asker ve polis şehitlerinin cenazesine katılarak dua okuyan, slogan atan ülkücüleri “şehit istismarcısı, terörden nemalananlar” olarak değerlendiren Tayyip beyin bu yaptığı istismar değil de nedir?
Referandum Erdoğan için kâbusa dönüşmüştür. Ne yaptığını, ne konuştuğunu bilemez haldedir. Konuşmasında bir başbakanın koltuğunu koruma uğruna düştüğü durumu görünce, Türkiye adına üzüldüm.
Settar Kaya
+++
Çuvallara değil sisteme sahip çıkın
2 ANAP iktidarının geldiği seçimde Adana’nın merkezindeki bir ilkokulda sandık başkanlığı yapmış bir kişiyim. O günden beri oy verme şeklinde çok büyük değişiklikler olmadığını biliyoruz. İnsanlar oy pusulalarını alıp kabine giriyorlar, tercihlerini belirttikten sonra zarfı kapatıp, gelip bildiğimiz tahta sandıklara atıyorlar. Süre bitiminde de sandık kurulu halk gözetiminde oyları sayıp, listelerini hazırladıktan sonra yüksek seçim kuruluna gidip orada sırayla oy çuvallarını ve listelerini tutanak dahilinde teslim ediyorlar.
Özellikle Adana’nın merkezindeki bir ilkokulda dememin sebebi herhangi bir ulaşım gecikmesinin yaşanmadığını belirtmek içindir. O zaman taksiyle götürmüştük. Seçim kuruluna 20 dakikada ulaşmıştık. Ancak sürenin bitmesi, sayımların yapılması ve aynı zamanda listeye geçmesi, yoldan geçen süreler, kuyrukta bekleme ve işlemin tamamlanması zimmetin teslimi akşam 21.00 civarına denk gelmişti.
Bunu anlatmamin nedeni, kenar mahalleler, ihtilafli sayımlar, kırsal kesimde yapılan sayımlar hele de mahrumiyet bölgelerindeki sayımları düşünürsek oradaki sandık kurullarına Allah yardım etsin demek zorundayız. Son seçimlerde Diyarbakır‘da ikamet ettiğim fakat seçim bölgem memleketim Adana olduğundan oy vermek icin bir gün öncesinden Adana’ya geldim. Seçim günü 15:00 gibi oyumu kullanıp, yaklaşık 1 saat kadar sonra kendi arabamla Diyarbakır‘a yola çıktım. 19:00 civarında Siverek’ten geçerken radyodan %70-80 civarında sonuçlar açıklanıyordu.
Bence üç beş çuvalın kaybolmasının bir önemi yok. Elde kalan çuvalların gerçekten sisteme yüklenip yüklenmediğinin kontrolüdür önemli olan.
Şahin Üstüner Okçu
+++
Ne güzel ağladı
Neden ağlamasın düştü bir zora
On iki Eylül’de dönecek mora
Grupta mendiller hayda ha fora
Vallahi ne güzel ağladı Tayyip
Kınamayın sakın görmeyin hakir
Sermaye kalmadı ne yapsın fakir
Kimlerin aklına gelir bu fikir
Vallahi ne güzel ağladı Tayyip
SEKBAN diyor çürük bunun dokusu
Kendince becerdi hokus pokusu
Ama ne yapsa da çıktı kokusu
Vallahi ne güzel ağladı Tayyip
Av. Selahattin Sekban / Trabzon
+++
35. MADDE
Kılıçdaroğlu, “35. maddeyi kaldıralım olsun bitsin” demiş.
Meclis Başkanı da, “Bana cazip geldi” diyor.
Bence, siz öyle yapmayın.
Milli savunmanın bütün kurumlarını kaldırın. İç güvenliği polise devredin, zaten dış güvenlikte Amerika’ya bağlı değil mi?
Ferhat Kırılmazoğlu
+++
Darbenin etinden
sütünden...
Erdoğan Meclis’te konuşuyor ve
12 eylül mağdurları için ağlıyor.
Var oluşlarını, önlerinin açılmasını sağlayan, yürüttükleri siyasi akımın temeli olan 12 eylülden nemalanmaları yetmedi, 12 eylülün mağdurları üzerinden, o insanların ve ailelerinin çekmiş olduğu acılar üzerinden de nemalanmaya çalışıyorlar.
Yani eti sütü bitti, iliklerine kadar sömürüyorlar otuz sene önceki darbeyi.
Bir AKP klasiği olan göz yaşlarını da
ekliyor konuşmasına.
Bir kere olsun AKP’li kimseyi
şehitlerimiz için ağlarken
görmedik..
Durmak yok yola devam,
gerisi teferruat..
Fırat Erkut
+++
Eğer 12 Eylül’deki referandumdan “Evet” yönünde bir sonuç çıkarsa ne olur?
Ne olacak, demokrasimiz ikinci 12 Eylül felaketini yaşayacak!
Engin Balım
+++
Nemrut Mustafa Paşanın en bariz özelliği;
Türk ve Müslüman düşmanı
olması..
Papaz, Patrik ve İktidar mensupları tarafından verilen listelerin yargılayıp idam kararı vererek;
Beyazıt meydanında “İdam” ettirmesidir ..
Cumhuriyet Türkiyesi’nde, Nemrut Mustafa Paşa divanına rahmet okutacak yargılamaları, kararları uygulamalara tanık oluyoruz!
Merak edenler, Nemrut Mustafa divanı ile ilgili yargılamaları ve idamları okusunlar bakalım, haksızımı konuşuyoruz?
M. Salih Özbey
+++
MİNİ YORUM
Denizin dibinde Hatcam demirden yürek...
Mustafa Balbay, Vatan gazetesi yazarı Mustafa Mutlu’ya yolladığı mektupta, “kendimi burama Dumlupınar denizatlısı gibi hissediyorum” yazmış. Demek ki hala bir “mücadele” ile özdeşleştiriyor kendini; umut var!
Düşünsenize ya padişahın mücevherli imtiyaz nişanını taşıyan Ertuğrul fırkateyni gibi hissediyorum deseydi!