Tecritteki gazetecinin 'bayram dileği'

Barış Pehlivan
1 No’lu Cezaevi
F-3 ALT
Silivri / İstanbul...
***
15 Ağustos 2012 günü bu adresten gönderilen tebrik kartı, bayram dönüşü geçti elime.
Ne şirinlik muskası takılı gibi süslü-püslü olanlara, hani şu insana kendini oyuncakçı dükkanında hissettirenlere benziyordu, ne kübist tabloların hem girift hem de ilk bakışta kavranabilecek derecede keskin çizgileriyle yaptığı gibi hırpalayıcıydı, ne ruhsuz, kişiliksiz, ucuz bir pop-art girişimiydi, ne de içinde kaybolmanın pek kolay olduğu soyut derinliğine çekiyordu kişiyi; empresyonist olacak kadar öznel de değil, tam pastoral da sayılmaz, naif ama realist aynı zamanda!
Ha bugün, ha yarın -gününü- bekledim Barış’ın yolladığı tebrik kartını anlatmak için.
Gün bugündür; o Çağlayan Adliyesi’nde mahkemeye “kuvvetli suçsuzluk delilleri”ni sunar ve arkadaşlarıyla birlikte 20 aylık tecritinin, tutukluluğunun sona ermesini beklerken anlatmalı, siz bu yazıyı okuduğunuz sırada Barış’ın aslında nelere kavuşmuş, yahut nelerden mahrum bırakılmış olacağını...
***
Kendisine karanlık kahveyi yakıştıran fiziki haritalara nispet eder gibi yemyeşil Barış’ın gönül dağları; ve heybetli. O kadar ki; pamuk şekerini andıran beyaz, mavi, sarı bulutlarla komşu olmuş zirveleri... Eteklerine indikçe envai çeşit yeşil, envai çeşit ot, börtü, böcek; sonra sapsarı çiçeklerle (belki gündöndü, belki buğday başağı o sarı halı) örtülü kocaman bir tarla; ağaçlar yükseliyor ara ara. Ne kadar zorlarsam zorlayayım benden bir Cüneyt Oğuztüzün çıkmayacağından tam seçemedim; selvidirler belki.
Sonra tarla ile bahçeyi ayıran yerde üç katlı ahşap bir ev; Karadeniz yaylalarından yahut Toroslar’dan fırlamış gibi.
Bahçede kırmızı üç etekli kadınlar, başlarında beyaz tülbentleri, kollarında sepet; yapacakları çok iş var belli ki.
Toprağa uzanmış, kitap okuyan bir kız çocuğu; ve daha küçük bir oğlan nakış işleyen annesinin dizinin dibinde, duruşu pek uslu.
“Hayat” koydum ben karttaki manzaranın adını;
İnsan, emek, toprak, hava, nefes; yolculuğumuz zaten bunlardan ibaret değil mi?
O an birşey cız etti içimde;
“Hayat”ını aldılar
Barış’tan!
***
Tabii ki ruhu uç bucak tanımadan dolaşırken bedeninin betondan sınırlara çarpmayacağı “tam bağımsız” günleri... Tabii ki düşüncelerine yetişecek serilikte yazıp çizebileceği klavyesini... Ama en çok “şifre”sini bu resimle verdiği şeydi bence özlediği;
“Yaşamayı” özlemişti!
“Bay Evet”te spontane gelişmesini istediği haftasonu tatilinde, sevgilisiyle kalkan ilk uçağa binen ve kendisini Nebraska’da bulan Carl (Jim Carrey) dönüş yolunda “terörist” olduğu şüphesiyle gözaltına alınır ve “Neden gidilecek onca yer varken Nebraska’ya gittin? Neden uçuş dersi aldın? Neden Korece öğrendin? Neden İran menşeli bir evlenme sitesine üyesin?” gibi ancak “keyif kahyalığına soyunanlara” yaraşır sorularla muhatap olur ya...
Aylardır, benzeri garabetteki soru/iddialara muhatap olan Barış sanırım en çok “gerçeği” özlemişti.
***
Ben bu yazıyı yazarken duruşma devam ediyordu.
Meslek gereği az buçuk hakim olmaya mecbur olduğumuz hukuki bilgimiz, aklımız, mantığımız, vicdanımızın tahliye edileceklerinden şüphesi
yoktu.
Öte yandan, son 5 yıldır mahkeme salonlarında şahit olduklarımızdan yola çıkarak tahliye için “bütün iddiaları çürüten savunma”lardan fazlasının lazım geldiğinin farkındaydık. “Davayı Ergenekon’la birleştirme” çabalarından dolayı bir kurt durmadan eşeleniyordu:
- Ya hakim tutukluluk hallerinin devamına, derse...
***
Dilerim siz bu satırları okurken, Barış, “Barışlar” (Pehlivan ve Terkoğlu), Soner Yalçın, Yalçın Küçük ve Hanefi Avcı, davanın “kendileriyle aynı durumdaki” tutuksuz yargılanan isimleri gibi, beş duyunun önünde barikatlar yükselmeyen “hissedilebilen” olağan insan yaşamına, yani en temel haklarına kavuşmuş olurlar.
Ve bizler, gazeteci olarak içimiz rahat halde sorabiliriz:
- Tutuklandıkları günden bugüne, TÜBİTAK raporundan sonra tahliye talebini reddettiğiniz günden bugüne ne değişti? Hukuken bütün koşullar aynı ise 20 aylık tecritin sebebi neydi?
Tahliye edilmezlerse mi?
“Bu soruyu sordurtmamak” istiyordur belki bütün bu mağduriyetlerin müsebbipleri!
Ha bu arada Barış karta yazdıklarını “Adaletin egemen olduğu bir Türkiye dileğiyle”
bitirmişti.

+++

Kemal Çapraz için...
Dört yıl önce, 16 Eylül 2008 akşamı Kartal’da geçirdiği trafik kazasıyla ayrıldı aramızdan; yarın Kemal Çapraz’ın vefat yıldönümü.
2023 Platformu, Çapraz’ın ailesini, dostlarını, meslektaşlarını biraraya getirecek bir anma etkinliği düzenledi. Yarın öğle namazını müteakip Tuzla’daki kabri başında dua okunmasından sonra, saat 18.00’de de Burhan Felek Spor Kompleksi Konferans Salonu’nda panel düzenlenecek. Ne yalan söyleyeyim “sen de konuşur musun” dediklerinde, bir yanım “yıllarca onunla birarada çalışmış bunca meslek büyüğün varken senin ne haddine” dedi. Ama diğer yanım da “Kemal Çapraz’a en büyük saygısızlık anısına iki çift laf etmekten kaçmak olur” diye itiraz etti. Netice: Yarın ben de orada olacağım; gelin Kemal Abi’ye unutulmadığını, “vefa”nın “müzelik” bir kavram olmadığını kanıtlayalım.

+++

İnanamayanlara not
Nagehan Alçı’nın birkaç yıl önce yayınlanan, “kaba, cahil, zorba” ve türevi kelimelerin cömertçe kullanıldığı “Erdoğan tahlili”ni hatırlattıktan sonra -inanmakta neden bu kadar güçlük çektiniz anlamadım ama- “Karıştırıyor olmalısınız, bu satırları Alçı yazmış olamaz” diyenler çıktı aranızda! (Aslında “yalancı, iftiracı, dezenformanyoncu” vs. dediler de ben kibarlaştırıyorum aradaki seviye farkını koruyabilmek adına!) Yazıya ulaştığım link “2009/03/11” tarihini işaret ettiğinden “Mart 2009” diye tarihlemiştim; ararken zorlanmayın, nokta adresi de vereyim: Yazı Akşam gazetesinin 14 Eylül 2008 tarihli sayısında (ve elbette internet arşivinde) öylece duruyor. Meraklısı bir gazeteciyi yalancılıkla suçlamadan önce bir zahmet buyursun, kontrol etsin.

Selcan TAŞÇI

BASINDAN SEÇMELER



Böyle aptal kaldıkça; haliyle özgürleşiyor...
Libya’da ABD Büyükelçisi öldürülünce, Dışişleri bakanları Hillary Yenge dudaklarını buruşturup sordu:
“Özgürleştirdiğimiz bir ülkede bu nasıl olur?..”
***
Bizim kadınlarımız daha akıllı...
Böyle salak şeyler söylemezler...
***
Önce Irak’ı “özgürleştirdiler” bilirsiniz...
Ölü sayısı; 2 milyon...
5 milyon öksüz, yetim...
1 milyon dul...
900 bin kolsuz, bacaksız insan...
***
Oradan geçtiler Mısır’ı özgürleştirmeye...
İlk işleri Mübarek döneminde kadınlara verilen sıradan hakları geri almak oldu...
Evlilik yaşı 14...
Yalnız gezen kadınları bıçaklamaya başladılar...
Kimi ulema “Kadın öldükten sonra da nikâh devam eder... Öldükten altı saat sonraya kadar cinsel ilişki olur...” dedi...
Çüş...
Ölüyü de özgürleştirecekler...
Mısır Ulusal Kadın Konseyi itiraz etti gerçi, dağıttılar...
***
Suriye...
“Özgürleştirme” sürüyor...
Antep esnafı da oturmuş “özgürleştirme” bitince, Suriyelilerin fıstık ezmesi almaya gelmelerini bekliyor...
İnsan kalmadı Suriye’de...
***
Libya...
“Özgürleştirmenin” sonunu izlediniz...
Bu sefer tekbir getirerek Kaddafi’yi linç eden kalabalığın elinde, saçları yanmış, yüzünün bir yanı ezilmiş ABD Büyükelçisi vardı...
Vahşet aynı:
“Özgürleştirme”, demek fazla kaçtı...
***
Türkiye de keza yengenin özgürleştirdiklerinden...
Cumhuriyetimiz gitti...
Laik, çağdaş, uygarlık derdi olan, adam gibi, medeni, modern bir toplum olma hayallerimiz yıkıldı...
Dinci faşizmin arkasında ABD var...
Bu ölümler, bu kan, bu ateş, bu yangın yeri...
Irak’ta, Mısır’da, Libya’da, Suriye’de olanların farklı versiyonudur sadece...
***
Sonuçta; dincileri kullanarak Müslüman ülkeleri imha ediyorlar...
“Bu Haçlıdır” dedi ya...
Anlamadınız...
***
İnsan böyle aptal kaldıkça...
Haliyle özgürleşiyor...
Bekir Coşkun / Cumhuriyet

+++

Oscar’lık
buluşma

Ancelina Coli, Corç Kuluni’yle buluşacak. Böylece, Holivut tarihinde bi ilk yaşanacak.
*
(Malum, Corç Kuluni’dir cumhurbaşkanımız... İlk kez, 2003’te İtalyan Panorama dergisi tarafından benzetilmiş, “Boğaz’ın Corç Kuluni’si” başlığıyla tanıtılmıştı. Bizim basın derhal orijinal Corç Kuluni’ye koşmuş, fikrini sormuş, “şu kâğıda adını yazın, internetten fotoğrafına bakayım” cevabıyla karşılaşmıştı. Halbuki, internete filan gerek yoktu, 30 kilo alıp, bıyık da bıraktı mıydı, hık demiş burnundan düşmüştü.)
*
Peki niye Holivut tarihinde bi ilk derseniz.... Ancelina Coli alayını sıraya dizmiş, Şan Koneri, Denzıl Vaşingtın, Nikılıs Keyç, Antonyo Banderas, Denyıl Kıreyk, Cud Lav, Met Deymın, Rabırt Deniro, Cerard Batlır, Bıret Pit, Morgın Firimın, Coni Dip’le film çevirmiş, Corç Kuluni’yle hiç çevirmemişti.
*
Corç Kuluni de, Mişel Fayfır’la oynamış, Culya Rabırts’la oynamış, Sandıra Bulok’la, Düru Berimor’la, Ketrin Zeta Cons’la, Merili Sitrip’le, hatta Cenifır Lopez’le oynamış, Angelina Coli’yle kısmet olmamıştı.
*
Holivut’un başaramadığını...
Türkiye başardı.
(...)
Bi tarafta, CIA’den Ajan Salt’u canlandıran, Suriye’nin iyilik meleği Ancelina Coli... Öbür tarafta, Washington’daki düşünce kuruluşları tarafından Büyük Ortadoğu Projesi’nin kod adı olarak kullanılan “Syriana” daki rolüyle en iyi yardımcı erkek Oscar’ı kazanan Corç Kuluni’nin benzeri...
*
Popcorn’ları hazırlayın ahali.
Böylesi...
Holivut’ta bile görülmedi.
Yılmaz Özdil / Hürriyet

+++

Kısa... Kısa... Kısa... Kısa... Kısa...


3. Dünya Savaşı
Maalesef İslam coğrafyasında, Müslümanlara karşı kurulan tuzakları ferasetle bertaraf etme basiretini gösterecek bir şuur seviyesi yok bugün. Dolayısıyla Libya’daki gibi provokasyonlarda fatura, İslam’a düşman küresel bir medyanın da aracılığı ile Müslümanlara çıkartılıyor. (...) ABD’nin Libya Büyükelçisi’nin öldürülmesi, medeniyetler çatışması isteyenler hatırlandığında dünyamızın ne kadar kırılgan olduğunu anlatıyor. Nükleer silahlarla donatılmış bir dünyada küresel barış derken, bir anda üçüncü dünya harbi gibi emsali görülmemiş bir facianın içine yuvarlanmak ihtimali hiç de uzak değil.
Hüseyin Gülerce / Zaman

+++

ABD, Libya’ya iki savaş gemisi göndermiş.
Daha geçenlerde “demokrasi ve özgürlük” göndermişti, şimdi savaş gemisi gönderiyor...
Haldun Ertem / Milliyet (Açık Pencere)

+++

Almaya geldiler
CIA Başkanı ardından ABD Genelkurmay Başkanı Ankara’da... Bu kişiler Türkiye’ye bir şey vermek için gelmezler. Almak için gelirler.
ABD adına görev vermek için gelirler...
Bundan sonra sahneye hangi oyunlar konacak bilmiyoruz...
Kendisine değil, ABD’ye güvenerek bu maceraya (Arap Baharı) giren Ankara’nın bu serüvenden Türkiye’nin lehine bir sonuç çıkarması beklenebilir mi?
Melih Aşık / Milliyet

+++

Evren ve çetesinin eseri
Kenan Evren ve çetesinin hedefinde iki kesim vardı: Birinciler; kendilerini devrimci diye tanımlayan ve sosyalist bir Türk devleti kurmak hayalindeki kesimdi. Bunlar; Amerika’ya şiddetle karşı idiler. Darbecilerin ikinci hedefi ise Ülkücüler idi. Halbuki bunlar devletin yanında duruyorlardı.
Ama ABD milliyetçi bir toplum da istemiyordu. Milliyetçilerin er geç Amerika’ya karşı bayrak açacaklarını biliyorlardı.
Kimin yolunu açtı darbeciler peki?
‘Ak Genç’ adı altında örgütlenen Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarının... Devrimcilerle Ülkücüleri kırıp Türkiye’yi onlara teslim ettiler. Onlar da Türkiye’yi sorgulamayan; nereye gittiğini düşünmeyen sadece ve sadece liderine tapan bir kitle haline getirdiler.
Rıza Zelyut / Güneş

Yazarın Diğer Yazıları